İnsanı ateist yapan sorular

Bir TV programında iki inançlı akademisyen ve bir ateist kadın yazar din konusunda konuştular. Önümüzdeki hafta da tartışmaya devam etmek için sözleştiler. Ben de kendimce buradan katkı koymak istedim. Bir ateist olarak dinle ilgili kanaatlerimi ve düşüncelerimi çeşitli sorularla birlikte sıraladım. Biraz olsun ‘aklı işletmeye’ ve sorgulamaya vesile olabilirsem ne mutlu bana. Biraz uzun oldu ama akıcı olduğunu umut ediyorum. İçlerinde herhangi bir yerden tanıdık gelemeyecek, son derece orijinal argümanlarım da var (favorim ise 20. sorum, daha doğrusu cevabım). Buyurunuz;



1- Diyelim ki evrenin düzeni bir düzen koyucunun varlığını gösteriyor olsun. Buradan diğer şeylere nasıl ulaşıyorsunuz? Yani bu düzen koyucunun tek olduğuna, hala mevcut olduğuna, doğmamış ve doğurulmamış olduğuna, bizimle ilgilendiğine, tüm evreni sırf bizi sınamak için yarattığına, bu bakımdan insan ve dünyanın evrenin merkezinde bulunduğuna (ki fiziken öyle olmadığını artık biliyoruz!) v.b. sonuçlara nasıl ulaşıyorsunuz? Evrenin düzeninden bunlara ulaşmak mümkün müdür? Yani bu yaratan, deizmin ‘yarattığına ilgisiz’ yaratanı da olabilir, bunun dinin tanrısı olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?

2- Ben bir kadın olsam niye İslam’ı seçeyim? Erkekle eşit, medeni hukuk içinde, istediğim gibi yaşıyorum. Ama Müslüman kadınlar kara bir örtünün altında kimliksizleşiyor, adeta hayattan siliniyor zira yüzlerini bile gösteremiyor, erkeğe bağlı ve itaat içinde yaşıyor, eşini başka kadınlarla paylaşmak durumunda kalıyor, boşanamıyor, şahitliği yarı değerde, mirastan yarı pay alıyor, 9 yaşında evlendirilip kocasının tecavüzüne uğrayabiliyor, cennette bile ona bir vaat yok v.b. Diyeceksiniz ki bunlar dinde yok, uygulamada var! Pek çoğunun ayetlerde yeri var ama diyelim ki aslında dinde yeri yok da sadece uygulamada var, o halde şöyle sorayım: Kendimi niye riske atayım? İslam’ın bana katacağı bir şey yok ama alabileceği çok şey var. Peki o halde neden bu dini seçeyim, aklımı peynir ekmekle mi yedim? Cennetinde bile sadece erkeklere vaatte bulunan bir dini neden kabul edeyim? İlla bir din seçeceksem bile neden örneğin reform görmüş bir Hıristiyanlığı veya bir başkasını değil de İslam’ı seçeyim?

3- Dinin teorisi onun pratiğinden koparılabilir mi? Bir dini, onun gerçekte sebep olduklarından bağımsız değerlendirmek doğru mu? Dinin gerçekte bir karşılığı var mı, varsa nasıldır diye bakmayacak mıyız? O halde İslam’ı değerlendirirken izin verin de Afganistan’dan, Suudilerden örnek verelim. Oradaki yobazlar gökten inmiyor, sizinle aynı kitabı okuyorlar. Ve 1400 yıldır bu din onların yaşadığı gibi geldi. Acaba yanlış yorumlayan siz olabilir misiniz? Bu nasıl bir kitap ki bu kadar fena yorumu da yapılabiliyor? Yani bu potansiyeli içermesi bile bir tehlike ve eleştiri konusu değil midir? Neden başka dinlerin içinden kadınlarını kara bir örtüyle kapatan veya tekbir getirip kafa kesenler çıkmıyor da sadece İslam’dan çıkıyor? En azından bu dinin kitabının yobazlık ve zulüm için bolca malzeme barındırdığını kabul edebilir misiniz? (Bence 18’den küçükler Kuran okumamalı! Sonuçlarına ve sebep olduğu şeylere bakıldığında sigaradan daha zararlı olabildiği kesin olsa gerek!) Bu yobazca yorumlar için ‘yanlış anlamışlar’ deyip geçemeyiz, dinin sebep olduğu acılardan bu şekilde kaçamazsınız. Bu yanlış anlama dediğiniz şeyler milyonlarca insanın hayatlarını mahvetti, mahvediyor, mahvetmeye de devam edecek. Bu felakete sebep olan metinleri (yani Kuran ayetlerini) düzeltebilir misiniz acaba? Düzeltemezseniz, bu yobazlıklara karşı hiçbir şey yapmamış olacak ve ses çıkarma hakkınızı yitireceksiniz. Bunun farkında mısınız? Sizin ''Bunlar yobaz, dinimizi bağlamaz'' sözleriniz benim gözümde hiçbir şey ifade etmeyen kaçış sözlerinden ibaret.

4- Tanrı size cennet vaat etmese ve cehennemle korkutmasa bu kadar dindar olur muydunuz? Yoksa siz Tanrıya değil onun vereceği ödüllere mi inanıyorsunuz? Tanrı sadece bir aracı mı? Sizce varlığından şüphe edilecek denli bilinmez olan birine sırf o bir şeyler vaat etti veya cehennemle korkuttu diye boyun eğmek mantıklı ve ahlaki bir tutum mudur? Sakın Tanrının sınavı tam da bunun üzerine olup boyun eğenleri cezalandıracak olmasın?

5- Diyelim ki seninle çok iyi bir şey yapıyoruz ama sen ödül umarak yapıyorsun bense hiçbir şey beklemeden. Sence hangimiz daha ahlaklı veya vicdanlıyız? O halde ateistin Müslümandan daha yüksek bir ahlak ve vicdan seviyesini temsil edebileceğini kabul eder misiniz? O halde ateisti neden yakıyor dininiz? Neden vicdana, ahlaka, sevgiye değil de bir güce tapınıp onu övmeye değer veriyor? Tanrının kendisi acaba ne kadar ahlaklı? (Çünkü Kuran’da Allah’a inanmayanların iyi amellerinin de boşa gideceği yazıyor. Bu zihniyet bize Kuran’ın Tanrısının sevgi, vicdan ve ahlaka değil kendisine boyun eğilmesine önem verdiğini gösteriyor. Tanrı biraz megaloman veya kibirli olabilir mi acaba?) Tanrının emriyle vicdanın çelişse ne yaparsın? Bir yazı okumuştum ve hak verdim, şöyle yazıyordu: ‘Ahlak, emredilen ne olursa olsun iyi olanı, din ise iyi olan ne olursa olsun emredileni yapmaktır.’ Ben, gerçek hayatta dinin ahlak sunmadığını, aksine, çoğu kez ahlaksızlığın mazereti olduğunu düşünüyorum. Ahlak çoğu zaman, dinin elinde sanki esir düşmüş bir tutsak gibi görünüyor. Bu yüzden, dindarların ahlakı inanca dayandıran yaklaşımlarını gerçek hayattan kopuk buluyorum. Çünkü insani bir yaşam, ahlak vaazları ve dinsel korkutmalarla değil, özgürlükçü, çoğulcu, sosyal adaletten yana, demokratik toplumlarda gelişir diye düşünüyorum. Bu düşüncem mevcut pek çok örnekle de doğrulanıyor.

6- Şahitliğinin yarı değerde olması kadının aklen erkeğin yarısı olduğunu, yani aklen eksik sayıldığını (yarım akıllı, yani ‘zekaca geri' sayıldığını) gösterir. Bu durum hem kadınlara dönük cins ırkçısı bir aşağılamadır (bu yüzden ahlak dışıdır da) hem de bilimsel olarak yanlıştır. Bu durumu nasıl kabul edebiliyorsunuz?

7- Kendi dininizin ayetlerini yorumluyorsunuz, hem de çok esnek biçimde; peki, başka dinin kitabını nasıl eleştiriyorsunuz? Onlar da esnek yorumlarla kaçınca ne tepki veriyorsunuz? Başka dinlerin kitaplarını neden bu esneklikle okuyup o dinlere iman etme yoluna gitmediniz? Neden başka dinlerin kitabını ateist gibi okuyorsunuz da kendi kitabınız olunca iş değişiyor? Bu, ikiyüzlülük değil mi?

8- Dinde yorum olmaz. Kitabı okursun ve ne anlıyorsan odur. Aksi halde, doğru yorum içeren açıklama metniyle gelmeli veya kendisi bu açıklıkla yazılmalıydı. Pek çok yorum yapılabilir, biz hangisinin doğru olduğunu nereden bileceğiz? Allah oraya, ‘’Yazdıklarımı yorum adı altında çarpıtmayın’’ yazsa siz sanki onu bile yorumlayacaksınız izlenimi veriyorsunuz bazen. Kuran’da kabul edemeyeceğiniz şeyler görüyorsanız neden dürüst ve mert bir şekilde dini bırakmak yerine onu yorum adı altında sakız gibi çekiştiriyorsunuz? 1400 sene önce de sizin yorumladığınız gibi mi yorumlanıyordu? Bir dinin kitabı okunur, aklına yatıyorsa kabul edersin, yatmıyorsa etmezsin. Ne yazıyorsa odur. Yorum adı altında ‘’Aslında bu kastediliyor’’ denirse, o zaman o kast edilen inanç, kitapta yazanı önceliyor demektir. Çünkü o inanca göre kitabı yorumluyorsun. Dolayısıyla inanç kitaptan kaynaklanmıyor. İyi de bir dine olan inanç, o dinin kitabından kaynaklanmıyorsa o halde nereden kaynaklanıyor? Kendi öznel düşüncelerini katmadan objektif olarak Kuran’ı okuyan birinin müslüman kalma ihtimalinin fazlasıyla düşeceğini düşünüyorum.

9- İnanırların, Allah’ın sürekli kendileriyle hemfikir olduğunu düşünmelerini nasıl açıklarsınız? Yorumlar hep bu türden. Kendi düşüncesinin aksine bir yorum yapanı görmedim. Herkes Tanrının kendisiyle hemfikir olduğunu düşünüyor. Diğer deyişle, bilinçsiz biçimde kendi fikrine Tanrısal dayanak uyduruyor. Aksi mümkün mü acaba? Tanrı sizin diğerlerini ikna etmek için kullandığınız bir maske mi? Öyle ya, bir şeyin şöyle veya böyle olması gerektiğini söylerseniz kimse sizi dinlemeyebilir ama Tanrının da böyle söylediğini iddia ederseniz çok daha fazla dikkate alınabilirsiniz.

10- Afrika’nın köyünde doğan bir yerlinin İslam’dan haberi bile yok. Bu kişinin sınavı nedir? Boşuna mı yaratıldı? Sizin sınavınız olurken o bir tür figüran görevi mi gördü? Bu çok bencilce bir yaklaşım değil mi? (Lütfen buna cevap olarak kimse kalkıp da bu kişinin bilmediği için sorumlu olmadığı, cennete gideceği v.b. yanıtlar vermesin zira başka bir şey soruyorum, soruyu baştan okuyunuz)

11- Ben kendi inançlarımı yeni veriler ışığında gözden geçirebilirim, siz bunu yapabilir misiniz? Yoksa yeni verileri de inancınıza göre yorumlamaya mı kalkarsınız? Bana biraz ikincisi gibi geldi. O halde ben neden sizinle konuşarak vakit öldüreyim? Size Kuran’dan açıkça yanlış veya vicdana aykırı bir ayet göstersem onunla gerçekten yüzleşip dininizi bırakabilir misiniz? Yoksa ‘’aslında orada mecaz yapılıyor’’ v.b. mazeretlerle yine bildiğinizi mi okursunuz?

12- Ahlak diyorsunuz. Bu konuya bir bakalım;
a) Ödül-ceza olmadan ahlaklı olunamaz mı? Cennette hurilerle beraber olabilmek için, bunu vaat eden bir güce boyun eğip tapmak ahlaklı bir davranış mıdır? Kötü birini cehennemde sonsuzca yakınca en büyük kötü sen olmaz mısın artık? Yoksa Tanrı, yaptığı tüm kötülük ve zulümlerden bağımsız olarak mı iyi sayılıyor?
b) Ödül-ceza’yı sadece Tanrı mı veriyor ki ahlak için Tanrıyı şart koşuyorsunuz? Norveç ateist çoğunluklu bir toplum ve İslam ülkelerinden çok daha insancıl bir yaşam var. Bu bir tesadüf mü? Uygulamada ateistler daha ahlaklı ise ahlaka tanrısal-‘rasyonel’ bir sebep bulmamanın ne sakıncası var?
c) Ahlakı mutlaklaştırmak onun içini boşaltmaktır. Tüm durumlar ve zamanlar için geçerli ahlak yasaları olmaz. Var sayılırsa da çok sınırlı olacaktır. Zaman, mekan ve koşullar göz önünde bulundurulmak zorundadır. O halde mutlak ahlak yoktur. 1400 sene öncesinin kuralını bugün uygulatmaya kalkmak çoğu insan için ahlaksızca olacaktır.
d) Tanrı ne kadar ahlaki emirler veriyor, bu da tartışma konusudur. İbrahim’e oğlunu kesmesi emri ahlaksal mıdır mesela? Kadınlara örtünme emri veya?
e) Ahlak öznel tercihlerle ortaya çıkmaz, nesnelliğin, tarihselliğin, toplumların durumunun sonucudur. Bir arada yaşamak için uyulması gereken sosyal kurallardır. Bizim ya da göklerde varsaydığımız birinin paşa gönlünce belirlenmez. Toplumlar değiştikçe bu kurallar da değişir. Dinler de değişen yaşam koşullarına kendilerini uydurarak ayakta kalır. Mutlak ahlak yoktur. Hatta mutlak ahlak görüşü, bu değişimin önünde engel olmuş ve dindarların pek çok tarihsel dönemeçte en gerici, en statükocu tutumu takınmalarına yol açmıştır. Zaten önemli olan sevgidir. Sevgisiz bir ahlakın beş paralık değeri yoktur. Buna karşın sevgi dolu insanlar zaten iyidirler. Ahlakı mutlaklaştırıp yasalaştırmak ise çoğu kez zalimlerin dayanağı olmuştur. Dinleri Tanrı gönderdi diyorsunuz, peki yaşananlara bir bakın; Tanrı başarısız olmamış mıdır, dinlerin sebep olduğu acılara bir bakın. Tanrı ne yazık ki sevgiyle değil Yasayla ilgilidir. İslam’ın Tanrısı sevgisizdir, zaten sıfatları arasında da sevgi yoktur. Dar-ül harp olarak gördüğü yerlerde her türlü hileyi yapmayı onaylayan bir ahlak olur mu? Köle ve cariyeler üzerinde yükselen bir ahlak olur mu? Cinsiyetçi bir ahlak olur mu? Kadın vaat eden (huri) ahlak olur mu? Tehdit eden (cehennem) ahlak olur mu? Ahlak adı altında ahlaksızlığı kutsuyor olmayasınız sakın?
f) Ahlakı doğaya dayandırmak da bir seçenektir. İnsanın hayatta kalma, üreme, kendini gerçekleştirme, sevinci kovalama, toplumsallaşma v.b. doğal yönelimleri olduğu varsayılabilir ve bir ahlak sistemi bunlara dayandırılabilir. Keza ideolojiler de insana ahlaki değerler sunarlar. Örneğin, sosyalistlerin bir ahlakı vardır. Temellerini özgürlük, eşitlik, kardeşlik idealleri oluşturur. Pek çok militan bu değerler için yaşamakta ve ölmekte sakınca görmemiştir. Üstelik bence bu değerler dinin ahlaksal değerlerinden çok daha yararlı ve gelişkindir.

13-  Evrende bulunduğunu söylediğiniz ‘hassas denge’ tasarım göstergesi değildir. Eğer böyle olsa fizikçilerde ateizm oranı bu kadar yüksek olmazdı. Bu dengeye gelene dek belki bir milyon başarısız deneme oldu, biliyor muyuz? Hayır. Çünkü başarısız denemeleri görmüyoruz. Bu evren başarısız olup bir başkası oluşsaydı, bu sefer oradaki canlılar biz gibi bu konuları tartışacaktı. Evrenin içinde varlıklar eş zamanlı çıkmamıştır. Hareket sonucu doğal yolla oluşmuştur. Hareketli yapıların tasarlandığını söylemek ne kadar doğru olur ayrı bir tartışma konusu zaten. Çünkü içinde hareket var. Tasarladın diyelim, zamanla hareket etti, e peki ne oldu tasarım? Değişti gitti! Öte yandan, evrenin bize bir tasarımcı gösterdiği iddiası bu tasarımcının ezeli olduğunu göstermez, onun da bir tasarımcısı olabilir.

Her şey tasarım ürünüyse Tanrının acı dolu dünyayı bilerek böyle kurguladığı sonucu çıkar ve Tanrı dünyada olan her tür kötülüğün sebebi olur. Keza eğer evrene bakınca tasarımcı açıkça anlaşılıyorsa o halde Tanrı neden kötülükler karşısında gizlenme ihtiyacı duyar? Nasılsa varlığı belli imiş! Tanrı neden en büyük kötülüğün karşımızdakine tokat atmak olduğu bir düzenek kurup bizi orada sınav yapmamıştır? Neden en azından çocukları korumuyor? İçinde çocuk tecavüzlerinin, katliamların olduğu bir düzenek kurup orada sınav yapmak biraz sadistçe değil mi? Örneğin, Testere diye bir film vardı. O filmde de insanlara ders vermek isteyen biri onları kaçırıp içinde işkence ve ölüm de barındıran yerlere kapatıyor ve ne yapacaklarını seyredip onları test ediyordu. Testi geçenler de oluyordu, feci şekilde can verenler de. Adam aslında Tanrı’yı oynuyordu. Ve bizler hür bir zihinle filmi izlediğimizde söz konusu adamın bir psikopat olduğunu tereddüt etmeden söyledik! Tanrı hakkında da aklı hür bırakmak, gerçeklere ulaşmak için faydalı olur. Son olarak, öldürülen bir çocuğun sınavı nedir acaba? Daha o yaşta, bir şey öğrenemeden ve olgunlaşamadan göçüp gitmenin bir sınav olduğu nasıl iddia edilebilir?

14- Evren nasıl oluştu, insan nasıl oluştu v.b. soruların biricik geçerli yanıtı ‘bilmiyorum’dur. Ateistler bu geçerli yanıtı verir, bu yüzden haklıdırlar. Ateistler bu sorulara açıklama getirmek zorunda değildirler. Bu sorulara dinlerin verdiği yanıtları inandırıcı bulmamak ateist olmak için kafidir. Bilmiyorum derler ve herhangi bir şeye inanmazlar. Ama dindarlar nedense bilmediğini kabul edemiyor ve spekülatif bir şeylere iman etme yoluna gidiyorlar. İş bu kadarla sınırlı kalsa hoş görülebilir ama hayatı bu inanca göre düzenleyip inanmayanlara nefret kusmaya, onların yanacağını söylemeye, ahlaksızlık itham etmeye v.b. başlayınca işin rengi değişiyor ve din yanlış olmayı aşıp zararlı da oluyor. İnanmayanların kibir gereği inkar ettiklerini söylüyorlar. Oysa kendileri, bilmiyorum yanıtı onları boşlukta hissettirdiği için, bilinmezliği kabul edemeyecek denli ürkek ve toy oldukları ve ölümden deli gibi korktukları için inanmaya ihtiyaç duyuyor olabilirler. Ama hayatta kalma arzusu her canlıda, bir böcekte bile vardır. Böyle bir ihtiyacımız olması, bu ihtiyacın karşılanacağını göstermiyor. Böceklerin cenneti var mı?

15- Ben demokrat, çoğulcu, düşünce ve ifade hürriyetlerine değer verdiğini söyleyen v.b. dindarlar görünce çok şaşırıyorum çünkü bu tanımlar ile cehennem inancı çelişiyor. Bir yandan bana selam verip beri yandan sırf seninle aynı inançta olmadığım için sonsuza dek cehennem adlı bir yerde işkence görmeyi hak ettiğimi söylemen felaket bir çelişki. Üstelik benden nefret etmiş oluyorsun. Oysa ben bu kadar şiddetli bir nefreti hak edecek hiçbir şey yapmadım sana. Bak, din sana hoşgörü yerine nefret aşılıyor. Çünkü senden, benim sonsuza dek işkence görmemi onaylamanı istiyor ve sen de onaylıyorsun. Dünyadayken insanları düşünceleri yüzünden hapse atan veya çalışma kamplarına gönderen despotlara demokratlık adına karşı dur ama başka bir dünyada aynı insanların düşünceleri yüzünden sonsuza dek eziyet görmelerini sağlayacak bir başka despota tapın! Bu bir çelişki değil mi? Kendi cennetinizi benim cehennemim üzerine mi kuracaksınız? Bu nasıl bir fikir? Başkalarının acıları üzerine mutluluk kurabilen insanlar mısınız siz? Başkaları cehennemde cayır cayır yanarken sen hurilerle mi eğleneceksin? Başkalarını haraca bağlayıp sen hakim millet olarak sefa mı süreceksin? Bu durum vicdanını rahatsız etmiyor mu? O hurilere ne demeli? Huri dediğiniz nedir? Sunulmuş, ‘tavlamak’ için çaba gerektirmeyen, sadece senin isteklerine dönük, iradesiz kadın. Bir tür köle yani. Her şey bunu elde edebilmek için mi? Kendi cennetini onun cehennemi üzerine kuruyor ve bunu onaylıyorsun. O kadar ibadetler, belki yardımlar, iyilikler, belki üstüne bomba bağlayıp patlatmalar v.b. hep ne için? İki tane tomurcuk memeli ceylan gözlü için öyle mi? Şimdi siz hakikaten iyi insanlar mısınız? Şimdi bunun adı ahlak mı?

16- Din ne yazık ki insanları normalde asla onaylamayacakları şeyleri onaylar hale getirebiliyor. En büyük zararı bence budur. Normalde kimse çocuk yaşta evliliği, çok eşliliği, tesettürü, savaşı, köle ve cariye alımını, cehennem işkencesini, kadın vaatlerini v.b. onaylamaz ve savunmaz ama din insanı bu hale getiriyor. Onaylar, savunur, savunmak için kırk takla atar, mazeret sıralar bir hale getiriyor. Dinin inananlarını getirdiği hal beni çok rahatsız ediyor ve bu yüzden beni dinine davet eden insanlardan da rahatsız oluyorum.

17- Tanrının zaman üstü olduğunu söylemek saçmalıktır. Tanrı bir varlıktır ve her varlığın var olduğu anlar sıralanabilir. Varlık varsa zaman da vardır. Zamanın kendisi bir varlık değildir, soyutlamadır. Tanrının zamana dahil olmaması için var olmaması lazımdır.

18- Bir tasarımcının var olması için evvela tasarımcının zihninde tasarlayacağı şeylerin bilgisi olması lazımdır. Şey olmadan bilgisi olamaz. Önce söz konusu şey olacak, sonra onun bilgisi olacak. Bu yüzden tasarımcı iddiası akıl dışıdır. Akıl bize der ki önce bilginin nesnesi olacak, sonra bu nesnenin bilgisi olacak ki akıl bu bilgiyle düşünebilsin, düşünme-tasarım en son gelir. Malzeme yokken düşünemeyiz. Düşüneceğimiz veriler de bize dışarıdan gelir. Aksini gösteren hiçbir kanıt yoktur ve bu yöndeki bir iddia tümüyle akıl ve bilim dışıdır. Dinin en temel iddiası akıl dışı zaten, yani daha baştan çuvallıyor.

19- İslam’ın insanı araştırmaya, sorgulamaya ittiğini söyleyenler var. Oysa tam aksi! İslam’da iman sorgusuz sualsiz itattir. Soru sormaya bile izin yoktur. Sadece kör iman vardır. Bakınız:
“(Ey Müslümanlar!) Yoksa siz de, daha önce Musa’ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değiştirirse, şüphesiz dosdoğru yoldan çıkmıştır” (Bakara Suresi, ayet 108)
“Andolsun ki, biz bu Kur’an’da, insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat, tartışmaya en çok düşkün, varlık insan olmuştur (insanın en çok yaptığı şey, tartışmasıdır)… “ (Kehf Suresi, ayet 54-56)
‘’Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi. (Hızır) Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem. (O kul dedi:) Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!’’ (Kehf 65-70)

20- Doğada insan yapımı, yani tasarımlanmış bir şeyin tasarımlandığını nasıl anlarız? Onları diğer doğal, tasarımsız şeylerle karşılaştırarak farklarını anlarız. Çünkü doğa tasarımsızdır. Eğer tasarımlı olsaydı, biz bu tasarımlı şeyi (örneğin çöldeki bir çiviyi) diğer şeylerden ayıramazdık ve onun tasarımlı olduğunu anlayamazdık. Doğada tasarım yoktur. Ortaya çıkan yapılar gibi dağılıp giden yapılar da vardır. Örneğin, yere boya döküldü diyelim. Bu bir tasarım mıdır? Eğer evren, yani her şey tasarımlı ise bunun da tasarım olması lazım ama olmadığını biliyoruz. Dindarlar her şeyin tasarım ürünü olduğunu söylüyor. Bunun ne demek olduğunu sanırım anlamıyorlar. Her şey tasarım ürünü ise tasarımsız hiçbir şey yoktur. Tasarımsız hiçbir şey yok ve her şey tasarım ürünü ise bu durumda biz tasarımlı olan ve olmayan ayrımı yapamayız (zira tasarımsız bir şey yok), dolayısıyla eldekinin tasarımlı olduğunu da anlayamayız. Çünkü tasarımlı olanı ancak tasarımsız olanı bilirsek ve onunla zihnimizde karşılaştırırsak ayırt edebilir ve anlayabiliriz. Her şey tasarımlı ise biz tasarımlı olanı ayırt edemeyiz, çünkü tasarımsız diye bir şey yok, haliyle böyle bir kavram da olmazdı. Bu kavram (‘tasarımsız’) var olduğuna göre demek ki tasarımsız şeyler var. Her şey tasarımlı ama biz tasarımlıyı tasarımsız olandan ayırt edemiyoruz. O halde her şeyin tasarımlı olduğunu iddia etmek nasıl mümkün olabiliyor? Her şey tasarımlıdır iddiası oksimorondurİyiyi anlamak için nasıl ki kötü gerekiyorsa, tasarımı anlamak ve fark etmek (dolayısıyla her şey tasarlanmıştır iddiasını dile getirebilmek) için de tasarımsız şeyleri bilmek gerekir. Ama her şey tasarımlı ise bunu bilemeyiz, zira tasarımsız şey yoktur. Kısacası, ‘her şey tasarımlıdır, evreni ve her şeyi Yaradan tasarlamıştır’ iddiası bir oksimorondur ve saçmalıktır.

21- Evet, eskinin filozofları sonsuz evren fikrini benimsedi çünkü bilimciydiler, eldeki verilere göre düşünüyorlardı. Din adamları gibi bilgileri göz ardı edip imana dayalı bol keseden sallamıyorlardı. Filozoflar, veriler bugün başka olduğu için başka türlü düşünüyorlar. Yani din adamlarının –dinin yapısı gereği- asla yapamayacağı bir şey yapıp fikirlerini güncelliyor, geliştiriyor, eleştiriyor ve düzeltebiliyorlar. Bu durum ateizmi geçersizlemiyor. Aksine, bu durum ateizmin en güçlü yanlarından biridir. Evrenin bir nedeni olabilir ama bu neden zorunlu olarak Tanrıdır fikri dayanaksızdır. Öte yandan, evrenin başlangıcı olduğunun bilinmesi yenidir ve bu öğrenilene dek evren sonsuzdur fikri kabul görüyordu. Ama din adamları bunu kabul etmiyordu. Bugün bilimi istismar edip arkanızı yaslıyorsunuz, bu durum dün bilimi reddettiğinizi kabul ettiğiniz anlamına mı geliyor? Bilimi reddedebiliyorsanız kör imanlı olduğunuzu da kabul eder misiniz? Yani bilim yarın sonsuz evren fikrine geri dönse sizin imanınızda bir değişim olur mu? Hiç sanmıyorum, çünkü dün olmamıştı. Siz bilimi sadece sizin kör imanınızı onayladığı sürece kabul ediyorsunuz. Ondan sadece işinize geleni alıyorsunuz. Sizce bu ahlaki bir tutum mu?

22- Ahlaktan ve vicdandan bahsediyoruz, siz bunlar için din gerektiğini söylüyorsunuz ama fazla tartışmaya gerek yok aslında. Durumumuza bakın! Ben burada yazarken acaba tehdit edilir miyim, acaba dinci bir gazete tarafından hedef gösterilir miyim, acaba işsiz mi kalırım, acaba arkadaşlarım bana mesafe koyar mı, acaba öldürülür müyüm diye endişeleniyorum. Çünkü ‘ahlaklı’ dindarlar bunları geçmişte yaptılar, şimdi de yapabilirler. Sizin ise böyle bir endişeniz yok. Çünkü ateistler böyle şeyler yapmadı ve yapmaz. Vicdan konusunu konuşurken, yüzyıllarca ateistlere kitap ehli bir din seçmesi için üç gün süre verip süre bitince kelle aldığınızı, insanları sırf inançsız diye öldüren tarafın siz olduğunu unutmayınız. Bir yandan bunları yapan sizsiniz ama bir yandan da vicdanı dinle ilişkilendirip, zulmettiğiniz insanları vicdansızlıkla suçluyorsunuz ve benim içimde volkanlar patlıyor! Ben bugün bile fikirlerimi söylediğim için, sırf bu yüzden insanların benden nefret edebileceğinden korkarak yaşıyorum. İslam işte bu psikolojik ‘baskı’ sayesinde yıllar yılı eleştiriden azade biçimde kaldı ve bu yüzden hala çok dindar bir toplumuz. Zira Müslümanlara, aykırı fikir sahibi olanı yok etmek, fikre yanıt üretmekten hep daha kolay ve cazip geldi. İslam ne yazık ki hiç hak etmediğimiz halde bizlerin vicdanına şüpheyle yaklaşılmasını sağlıyor. Ve İslam’a iman gördüğüm kadarıyla Allah’a, ahirete, meleklere v.b. inanmaktan ibaret değil; durum ne olursa olsun Müslümanların hep haklı, mağdur ve mazlum olduğuna da iman ediliyor. Tam da bu yüzden kendi zulümlerini görmüyor, özeleştiri verip bir şeyleri düzeltemiyorlar.

23- Eldeki en eski Kuran metni Muhammed zamanından 200 yıl sonraya (8.yy.) dayanıyor diye biliyorum. Bu 200 yılda değişmemiş olma, iktidar işleyişinden etkilenmeme, kişisel yorumlardan uzak kalma, efsane ve söylentilerden korunma, yeni ekonomik gerekçelere göre değişmeme v.b. şansı var mı? Muhammed zamanındaki Kuran ile 200 yıl sonraki Kuran’ın uyuştuğunu test edebilme şansımız var mı? Üstelik Kuran kitaplaştırılırken ayet toplama işinde iki şahit bulanın ‘’Bunu peygamberden duyduk’’ deyip geldiğini, bu şekilde kitaplaştığını da biliyoruz. İşin daha ilginci, Muhammed zamanında o dönemde kuvvetli bir İslam devleti ve yeni bir din çıktığına ilişkin o dönemden kalma bir tarihsel kayıt yok. Dönemin Arabistan’ında o devirden gelen sikkelerde haç işaretleri var! O devirde Çin’e kadar misyoner yollayan Hıristiyanlardan Arabistan’da bulunanların yazılarında da İslam’dan veya Muhammed’den bahsedilmiyor.  Kuran’da yaşadıkları ve birer elçi oldukları söylenen Musa ve İsa’nın, gerçekten yaşadıkları da çok şüphelidir. İsa’nın yaşadığına dair kayıt yok. Musa’nın bebekken sepete konma hikayesi de daha önceki bir –sanırım Babil- kralının hikayesinin aynı! Dahası, Nuh tufanı da Sümerlerden (ç)alıntı.

24- Kendi oyuncağını alıp yere çalan bir çocuk veya çarptığı arabasına kızan bir adam ne kadar mantıklı bir iş yapıyorsa kendi yarattığına öfke kusan, onu sonsuzca yakan bir Tanrı da ancak o kadar mantıklı bir iş yapıyor olmayacak mı? Yakmak ve eziyet etmek artık neyi değiştirir? Neden basitçe yok etmez veya düzeltmeye çalışmaz da sonsuzca eziyet eder? Bu tutum mantıken, ahlaken, vicdanen nereye düşer? İşkence etmek kötü ve ahlaksızca değil midir? Tanrı ahlaken bizim gerimizde midir? İşkence ederek kendini sevdirebileceğini düşünmesi mantıklı mıdır? Tanrının derdi itaat değil de sevgi v.b. olsa işkence eder miydi? Tehdit üzerine ahlak kurulur mu? Tanrının karakter yapısı despot bir kralı veya bir diktatörü andırmıyor mu?

25- Bugün yaygın dinler despotik imparatorlukların desteğini alıp bu desteği alamayan, hatta iyi bir tutum alıp despotizme karşı duran inançları yok ederek bugünlere geldi ve bu kadar yayıldı. Peki ama esas o despotik devletlere karşı duran, o yok edilmiş inançların kabul edilmesi ve savunulması gerekmez miydi, çünkü esas ahlaka ve vicdana uygun doğru tutumu onlar almamış mıdır? Biz şu an sadece eskinin despotlarının desteğini alabilen egemen ve en acımasız dinlerin arasında yaşamıyor muyuz ve doğruyu sadece bunlar içinde arayarak kendimizi sınırlamıyor muyuz?

26- Eğer Tanrı her şeyi biliyorsa ve bilgisinde eksik veya yanlış olmayacak denli mükemmel bir varlık ise kendi bildiğini değiştiremez demektir. Zira bilgi mükemmelse değişmeyecektir. Bu durumda Tanrı başlangıçtaki bilgisince her şeyi harekete geçirmiş ve bunu değiştiremeyeceği için de bu bilginin tutsağı olmuş demektir.  Her şeyi bilen ve hata yapmaz olan, kendiyle çelişemeyecek bir varlık kendi bilgisinin kölesi olur. Bu durum Tanrının dahi hür iradesini ortadan kaldırır. Dua etmek, gündelik küçük isteklerin için Tanrıdan koca planını değiştirmesini istemektir ve saçmadır örneğin. Zaten Tanrının hür iradesi olmayıp otomatik çalıştığını meteorolojik olayları birkaç gün önceden bilebilmemiz göstermiyor mu? Öte yandan, eğer Tanrı her şeyi biliyorsa bizi sınav yaptığında bizim bu sınavda ne yapacağımızı ve ne sonuç alacağımızı da zaten baştan beri biliyor demektir. O halde bizi neden sınav yapıyor? Bildiğini mi tekrar ediyor?

27- Niye çok eşlilik var? Kocası ölen kadınlara yardım etmenin başka yolu yok muydu? İlla nikahına alıp aynı yatağa mı girmen gerekiyor? Niye cariyelik var? Muhammed madem köleliği kaldırmak istiyordu neden savaşlarda köle ve cariye alımını kaldırmadı, kendi de yenilerini almaya devam etti? Cariye, savaş esiri değil midir? Savaştığın düşmanın karısına, kızına, kız kardeşine el uzatmak yakışır mı? O kadın senden nefret edecektir, aynı yatağa nasıl gireceksin? Cariyeye tecavüz meşru mu yoksa? Peygamber de –hadi tecavüz demeyelim, mümin dostlar üzülmesin- savaş esiri kadınlarla –onların kocalarını, kardeşlerini, oğullarını öldürttükten sonra- ‘zorla ilişkiye’ girmiş midir?
Örneğin şu ayetten savaş esiri olan kadınlar evli bile olsa onlara zorla sahip olunabileceği yazıyor açık açık;
''Harpte elinize geçmiş kadınlar hariç olmak üzere, nikahlı kadınlarla evlenmeniz de haram kılınmıştır.'' (Nisa Suresi, ayet 24)

28- İslam’ı gaza, yağma, ganimet üçlüsü ve egemen olunan yerde millet-i hakime düzeni kurmaktan ayrı düşünebilir miyiz? İslam sömürgeciliği içinde barındırmıyor mu? Neden farklı inançlara, onların kendisine davranmasını istemeyeceği şekilde davranıyor? Bu durum İslam’ın yayılma stratejisini de çok olumsuz etkilemedi mi? Yani Müslümanların kendilerinden farklı olanlara agresif ve nefret dolu olmalarının altında, yayılmak için gönülleri kazanmak yerine fethedip hakim olmak ve baskıyla, sömürerek inancını benimsetmeye çalışmak yatmıyor mu? Sahi, neden böyle bir ikiyüzlülük var? Örneğin, Avrupa’daki Müslümanlar orada kendilerine sahip çıkan sol partileri destekleyip aşırı sağdan korkuyorlar ama sonra ülkelerine dönünce gidip en sağ partileri desteklemeye başlıyorlar. Başka örnekler de verebilirim. Demek istediğim şu, İslam’da insanı buna yönelten, yani gücü ele geçirene dek barışçıl duran ama gücü ele geçirince baskıcılaşan, despotikleşen bir tarz var. Bunu Kuran’da da görüyoruz. Mekke ayetleri ile Medine ayetleri farklı. ‘Senin dinin sana benimki bana’ noktasından ‘kafirleri bulduğunuz yerde öldürün, din Allah’ın olana dek savaşın’ noktasına gelinmiş. Keza eş konusunda da böyle. Bildiğim kadarıyla Hatice hayattayken –Muhammed onun servetiyle yaşamasından olsa gerek- cinsiyetçi bir söylem yok ama daha sonra hem çok eşlilik hem de cinsiyetçi ayetler başlıyor. Sizce tüm bunlar ahlaka uygun mu?

29- Yaratıcı bir Tanrı inancı mantıklı mı? Tanrı iyidir ama yarattığında iyi kadar kötü de var. İyi olan bir varlıktan kötü nasıl ortaya çıkmıştır? Burada kötülük derken ölümlülük ve eksikliği, geçiciliği de kast ettim. Ruhtan nasıl olur da madde çıkar? Bunun bir düşüş gibi düşünülmesi ve evrene bir yaratıcı atfedilecekse bile bunun ikincil bir varlık olduğunu düşünüp hakiki Tanrının maddeden münezzeh olduğunu düşünmek daha iyi ve mantıklı değil mi (Gnostisizmdeki gibi)?

30- Bilim kesin biçimde düşünme, mantık yürütme, karakter özellikleri, görme, algılama v.b.’nin maddesel bir organ olan beynin gereği olduğunu kanıtlamıştır. O halde ruha ne kalıyor? Beynin bir yerine dokunuyorsun adamın aklı gidiyor! Beynin bir yerine dokunuyorsun karakteri değişiyor. Çocuk küçükken beyninde bir rahatsızlık geçiriyor, akli dengesi bozuluyor. Allah da ruhtur diyorsunuz, onun da beyni ve omurilik sistemi mi var? Değilse nasıl düşünüyor? Allah konuşuyor diyorsunuz, ses telleri mi var? Yoksa nasıl konuşabilir? Dinin akla ve bilime uygun olduğunu söyleyip de beri yandan bu iddialarda bulunmak tutarsızlık değil midir? Bilim ise açık biçimde beyin olmadan düşünülemeyeceğini ve ses telleri olmadan konuşulamayacağını söylüyor. Beyin ölümü gerçekleşmiş bir insanın kalbi atıyor, hala canlı, peki ya ruhu? Ruh gitmiş midir orada mıdır? Eğer gitmişse, canlılık için ruh gerekmiyor demektir, insanın ruhu olduğunun kanıtı nedir? Yok eğer ruh da hala bedende ise karanlıklara gömülmüş bir ruhun kendine ne hayrı vardır? İçki içiyoruz, aklımız gidiyor. Maddesel bir sıvı, maddeden bağımsız olduğu ve madde beden ölünce de yaşadığı söylenen aklı nasıl olur da etkiler? Yok eğer ruh aklı içermiyorsa ruh nedir, boşluk mu? Hafıza kaybını nasıl açıklıyorsunuz peki? Allah ruha bilgisayar gibi bir süre için reset mi atıyor? Tüm bunlar bedenden ayrı bir ruhun var olmadığını açık biçimde kanıtlıyor. Tabi aklını işletenlere!

31- Allah’ın kainata aşkın olduğunu söylüyorsunuz. Kainata aşkın olmak ne demektir? Kainatın dışı veya üzeri mi var sizce? Yok eğer Tanrı her yerde ise tuvalette veya benim kalın bağırsağımın içinde de mi var? Her yerde ise ben de Allah olmuyor muyum? Kainattan evvelki ‘boşlukta’ Allah vardı diyorsunuz. Her yeri dolduran kainatla birlikte Allah nereye gitti? Yok eğer Allah kainata dönüştü ise o halde yaratım ve yaratıcıdan değil dönüşüm veya südurdan bahsetmeniz gerekmez miydi?

32- Diyelim ki kainatı yaratan bir tasarımcı var. Bu tasarımcıyı neye dayanarak kişileştiriyorsunuz? Yani bu varlık bambaşka bir formda olmalı, insan gibi düşünemeyiz, sonsuz bir varlık diyorsunuz çünkü. Bu varlığa bizim gibi düşünceler, duygular atfetmek, bizim gibi öfkelendiği, kızdığı, bağışladığı v.b. iddiasında bulunmak, sürekli bizi gözetleyip bize bir şeyler vaat ettiğini söylemek sizce mantıklı mı? Bunların dayanağı veya kanıtı nedir? Başka türlü sorayım: Hadi Tanrıya bir kişilik atfettiniz, insana benzettiğiniz; peki bu Tanrının nasıl bir kişiliği var? Bir Tanrı kendi adına savaşmamızı veya hayvan kurban etmemizi ister mi? Bir Tanrı hiç kendi yarattığını sonsuz bir kinle işkence ederek diri diri yakar mı? Bir Tanrı kendisine boyun eğdirmek için huri vaat eder, kitabında bu hurilerin memelerinden, gözlerinin güzelliğinden, bakire olmalarından v.b. ballandıra ballandıra bahseder mi? Neden bu Tanrının ödülü de cezası da emri de yasağı da hep bedene ve nefse dair? Neden kendisi de nefsani, benlik sahibi bir varlık? Neden benliği aşıp ruhu keşfetme yoluna falan gitmiyoruz da nefsani bir Tanrının nefsani ödülleri için çabalıyoruz? Acaba Tanrı sanarak bir tür şeytani varlığa yönelmiş olma ihtimaliniz var mı?

33- Tanrı neden Havva’yı Adem’den çıkarmıştır da onu da topraktan yapmamıştır? Neden ilk insan Adem’dir? Tek başına yaratıldıysa neden testisleri var? Neden ilk olarak kadını yaratıp erkeği ondan normal biçimde doğurtmadı? Adem’i çıkaran toprak da bir tür rahim olup anne mi sayılacak? İlk olanın erkek olup kadının ondan çıkması, yani kadının erkeğin parçası sayılması hayata erkeğin gözünden bakmayı gerektirmez mi (nitekim yaşanan bu oldu)? Havva Adem’den çıktıysa Adem Havva’nın babası olmuyor mu? Baba kız mı ilişkiye girmişler? Adem ve Havva’nın çocukları neden enseste zorlanmış? Neden başka insan çiftleri yaratmamış Tanrı? Tanrı neden kadını erkekten fiziken daha güçsüz yarattı? Erkek rahatça dövebilsin diye mi? Neden ‘kızlık zarı’ koydu? Erkek rahatça baskı kurabilsin diye mi? Neden acı çekerek doğurtuyor? Kadına eziyet olsun diye mi? Neden gebeliği ve emzirmeyi sadece kadın yapacak şekilde tasarlamış? Kadın eve kapansın ve erkeğe bağımlı olsun diye mi? Bunlar hep kadın için dezavantaj olmuş tarihte, Tanrı hakikaten de kadını erkek için mi yarattı? Bu fikri kadınlar nasıl kabul edebiliyor? Tasarımlandığımız iddia edilirse bizdeki her şeyin bir anlamı var demektir ve kadınları erkeklerden farklı ve dezavantajlı yaratan bir tasarımcının kadınları pek de sevdiği söylenemez.

34- Sadece siyah derililerin örtünmesine dönük bir emir olsa bu ırkçılık olurdu. Sadece bir cinsin örtünmesine dönük emir de cinsiyetçilik değil midir? Erkeğin fikrine ve zikrine hakim olması gerekirken neden kadına yüklenilmiş? Üstelik kadının böyle bir fıtratı yok. Aksine hür bırakıldığında dekolte ve kısa giyinenler erkekler değil kadınlar. Tanrı erkeğin fıtratını (yani varsayılan ve kabul edilen azgınlığını) göz önünde bulundurup kadınları tanınmayacak raddeye dek örtüyor da (yani kadını hayattan silip atmaktan çekinmiyor da) kadının kendi fıtratına ters şeyleri yapmasını neden istiyor? Tanrı neden kadınları bir tür mazoşist olmak zorunda bırakıyor? Neden erkeklere kadın gözüyle bakılıp emirler verilmiyor? Kadının arzuları yok mu, neden erkeğe diz ile göbek arasını kapamak kafi? Kuran’da Tanrı neden erkeğin kadından üstün olduğunu söylüyor? Neden kadının gerekirse dövülebileceğini ve ‘saliha kadınların’ kocalarına itaat etmesi gerektiğini söylüyor? Kadın (Nisa) suresinde bile Tanrı neden kadınları muhatap almıyor da erkeklere sesleniyor? Neden sadece erkekler imamlık ve elçilik yapabiliyor? Onurlu bir kadın bunca haksızlığı kabul edebilir mi? Birkaç örnek verelim;
''Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıklarıiçin erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size (erkeklere) itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.'' (Nisa:34)
''Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptir.'' (Bakara, 228)
''Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.'' (Nisa, 11)
''Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun).'' (Bakara, 282)


35- İncilin tahrif edildiği hangi ayette yazıyor? Tahrif edilmiş olsa bile;
a) Eldeki İnciller İsa’nın yazdığı değil havarilerin yazdığı inciller zaten, tahrif edilse ne olacak ki? Gene ‘durum’ senin dininin dediği gibi değil!
b) Tahrif edilmemiş halini gösteremeden bu iddiayı yapmak mantıklı mı? Yani tahrif oldu diyorsan, buna kanıt olarak tahrif olmamış orijinalini de çıkarıp göstermen gerekir; aksi halde desteksiz sallamış olmaz mısın?
c) Madem tahrif edildi Muhammed neden İsa’dan hemen sonra değil de 500 sene sonra geldi?
d) Elde çok eski inciller var ve bugünkülerle aynı, bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Muhammed acaba İncili hiç okudu mu?  Kuran İsa’nın annesi Meryem ile Musa’nın zamanındaki İmran kızı Meryem’i bile birbirine karıştırıyor, buna ne buyrulur?

36- Kitaplar değişse de halklar Tanrının adını bilir ve unutmaz. Tek tek insanların aklından her gün tekrarladıkları Tanrının adını silmek olanaksızdır. Tahrifat varsa bile bu Tanrının adı durur, onun ismi altında tahrifat yapılır. Musevilik ve Hıristiyanlıkta Tanrının adı Yahova’dır, Allah sözcüğü hiçbir yerde geçmez. İslam ise bu iki dinin devamı olduğunu söylüyor ama Yahova adı hiçbir yerde geçmiyor, Tanrının adı için Allah diyor. Biri de çıkıp Zeus diyebilir mi? Tanrının adı önemli değil mi? Hangi Tanrıya tapındığını onun adı belirlemez mi? Ya ibadetlere ne demeli? Namaz, hac v.b. putperestlerde de yok muydu? Allah adı putperestlerin ay tanrısının adı değil miydi? Örneğin Muhammed’in putperest babasının adı Abdullah (Allah’ın Kulu). Muhammed, Arapların en büyük putu Allah’ı tutup diğer putları atmış ve eski pagan dinini revize etmiştir, bunun Musevilik ve Hıristiyanlıkla ilgisi ne? Namaz veya hac ibadetleri Musevilik ve Hıristiyanlıkta yoktur. O halde bu ibadetler şart değildir sonucu mu çıkıyor?

37- İsa’nın gelince kendisinin mesajının yanlış anlaşılacağını daha baştan söylediğini ve yerine Ahmed adında yeni bir elçinin geleceğini belirttiğini iddia ediyorsunuz. Başarısız olacağını baştan söylediğine göre İsa sırasını savmaya mı gelmiştir? Seçtiği 12 havarinin de onu yanlış anlaması sizce mümkün mü? İsa çok mu beceriksizdi? Eğer günahsız bir Tanrı Oğlu doğurmuyorsa o halde Meryem neden babasız doğum yapmıştır? İnsanların 9 ay önceye gidip bakma şansları mı vardı, Allah kime neyi kanıtlamak için hangi mantıkla böyle bir şey yaptı?

38- İnsan evvela cennetteydi ama günah işleyince dünyaya kovuldu diye inanıyorsunuz. Yani dünya bir ceza mekanıdır, kovulan yerdir. Eğer anne ve babamızın günahını paylaşarak günahlı doğmuyorsak neden cennette değil de onların günah işleyip sürüldüğü bu dünyada doğuyoruz?

39- İslam’ın kitap ehli dediği dinleri diğer dinlerden ayrıcalıklı tutmasının mantığı nedir? Yani puta tapmayı, İsa’nın Allah’ın Oğlu olduğunu söylemekten daha zararlı veya inanç olarak kötü yapan nedir? Benim gördüğüm, kitaplı dinleri yönetmek kolaydır. Kitapsız kitleleri ise yönetmekte zorlanırsın. İslam da esas olarak siyasal bir hareket olarak doğduğu için yönetebilmeyi gözetmiştir. Yoksa inanç bakımından birini diğerinden daha fena yapan bir durum mantıken yoktur. İslam’ı kabul etmedikten sonra Allah’ın yerine ha onu koymuşsun ha diğerini ne fark edecek?

40- Dinde sevginin yeri var mı? Örneğin ben Tanrının karakter yapısını doğru bulmuyorum ve onu sevmiyorum. Eğer ona inanırsam da onu sevmemeye devam edeceğim. Kendisini sevmezken benden ibadet etmemi v.b. bekleyebilir mi? Beklerse bu durum, beni ikiyüzlülüğe, yani ahlaksızca davranmaya itmek olmaz mı? Sevmediğim birine nasıl tapabilirim? Öte yandan, ben ne yaşarken ne de ölüm sonrası için Tanrıdan hiçbir şey beklemiyorum (sevdiklerimin iyiliğini ise herkesten dilemeye hazırım, o ayrı!). Bana ondan gelecek hayır bile gelmese daha iyidir. Durumum buyken onun benden bir şeyler beklemeye hakkı var mıdır? Ben tanrısız yaşayıp ölünce sonsuza dek yok olmaya tamam diyorum. Ondan da bunu istesem, desem ki ‘’Seni sevmiyorum ve istemiyorum, senden gelecek iyiliği de istemiyorum, senin vereceğin sonsuz yaşamı da istemiyorum, senin cennetine girmektense hayvanlar gibi yok olur giderim daha iyi’’ desem bana ne derdi? (Çünkü inansaydım böyle diyecektim). Yani ben ondan vazgeçsem o da beni bırakabilir mi? İsteğimi yerine getirip yok olmama izin mi verirdi, yoksa kendisini reddeden sevgilisini alıkoyup eziyet eden ‘takıntılı aşıklar’ gibi bana kafayı takar ve beni cehenneme atıp eziyet mi ederdi? Peki, bana işkence ettiğinde onu sevmeye başlar mıydım sizce? Peki, öldükten sonra onsuz bir sonsuz yaşam neden vermiyor? Ya benimsin ya kara toprağın mantığı psikolojisi bozuk kişilerin mantığı değil midir?

41- Allah’ın güvenilir olduğundan nasıl emin olabiliriz? Aslında tek olmama veya çok güçlü olmama olasılığı yok mu? Veya bize vaat ettiklerinden cayma olasılığı yok mu? Ona nasıl güvenebiliriz? Eğer iki Tanrı olsa, biri caydığında diğerine güvenebilirdik veya biri için diğerinden bilgi alabilirdik. Ama tek Tanrı varsa kendi hakkında söylediklerine bile güvenemeyiz. ‘’Ben doğru sözlüyüm’’ dese örneğin, şahidi var mı? Yine kendinden başka şahidi olmayacak. Belki o bir tür cindi ve bizi yanıltmak için kendini Tanrı diye tanıttı, olamaz mı? Allah’ın tuzak kurabildiğini de biliyoruz üstelik. Bakınız: ''Allah tuzak kuranların en iyisidir.'' (Enfal/30) Acaba bize de kurmuş olabilir mi, nasıl güveneceğiz? Baş meleği isyan edip şeytan olmuş, ilk yarattığı insanlar onu bırakıp şeytana uymuş. En yakınındakileri bile ikna edememiş. Nasıl güveneceğim ben bu varlığa? Hele ki ilk insanın ve baş meleğinin onu gördükleri, onun gücünü v.b. bildikleri halde isyan etmeleri nasıl olabilir? Acaba şeytan onun pek de güçlü olmadığını mı düşünüyordu? Çünkü şeytanın çok kurnaz ve bencil bir varlık olduğu söyleniyor. Şeytan Allah’ı biliyor. Aynı zamanda, Allah’ın müthiş güçlü olduğu ve şeytanın kazanma şansı olmadığı da söyleniyor. Bu bilgiler ışığında düşünürsek bir sorun var! Kendini bu kadar düşünen bencil bir varlığın, kendi çıkarı için yalakalık yapmak ve durumu idare etmek varken sonunun kesin bir yenilgi ve cehennem olduğunu bile bile isyan etmesi tutarsızdır. Ya şeytan Allah’ın söylediği kadar güçlü olmadığını biliyor ve onu yenme şansı olduğunu düşünüyordu ya da sonunun kesin yenilgi olduğunu bildiği halde isyan edecek denli kendi doğrusuna sahip çıkan, düşüncesi için kendini feda etmekten çekinmeyen, onurlu ve yüce bir varlıktı. Bu hikayeden ancak bu iki ihtimal çıkabilir; dinin söylediği ise mantıksız görünüyor.

43- Ben sadece sevgiyle yaşayan, iyi işler yapan, vicdanlı (ve inançsız) bir insan olmaya devam etsem sonum dininize göre ne olur? Şimdi desem ki, ‘Tanrının beni kazanması gerekiyor, benim onu değil. Zira böyle bir Tanrıya inansam ve hatta beni cennetine davet etse bile girmem. Tanrı böyle olduktan sonra şeytanla yoldaş olup yanarım, benim için onurdur!’ desem, ne cevap verirdiniz? Ama Tanrı’nın bende uyandırdığı duygu bu, ne yapayım?

44- Kadın mirastan erkeğin yarısı kadar pay alıyor ama zina ederse erkekle aynı cezayı alıyor. Ödülü yarı yarıya ama cezayı tam veren bir anlayış sizce adil midir?

Fırat Bayram

http://blog.radikal.com.tr/din/insani-ateist-yapan-sorular-36790

Yorum Gönder

0 Yorumlar