Fizik ve astronomi profesörü Victor J. Stenger’ın God: The Failed Hypothesis aldı kitabı tanrının varlığı konusunda yazılmış ve bu konuyu bilimsel açıdan inceleyen en başarılı kitaplardan biridir.
Tanrının varlığına inanın ya da inanmayın, aklınızda sorular, şüpheler olsun ya da olmasın, bu kitabı okumanızı ve bilimin bu konuda neler söylediğini, bilimsel delillerin neyi gösterdiğini, neye işaret ettiğini, hangi argümanları desteklediğini bir fizik ve astronomi profesörünün kaleminden okumanızı tavsiye ederim.
Aslında bu kitabı Stenger’ın 2003 yılında yayımlanan ve Türkçe’ye Bilim Tanrı’yı Buldu mu? adıyla çevrilmiş olan Has Science Found God?
adlı kitabının devamı, bir adım ileri taşınmış hali olarak görmek
mümkün. Her ne kadar çevirisini beğenmemiş olsam da bu kitabı da edinip
okumanızın faydalı ve oldukça bilgilendirici olacağını düşünüyorum.
Richard Dawkins’in Tanrı Yanılgısı‘nın başına gelenleri gördükten sonra
hangi yayımcı kitabevi bu işe girişmek ister bilmiyorum ama God: The
Failed Hypothesis Türkçe’ye Tanrı: Başarısız Hipotez olarak, konuya
hakim ve yaptığı işin hakkını verecek biri tarafından çevrilirse çok
güzel olurdu. Ama ben bunu beklemeden kitaptan bazı bölümleri sizlerle
paylaşmak istiyorum. Aslında paylaşmak istediğim o kadar çok bölüm var
ki onun için bunları parça parça aktaracağım. Bu yazımda Mümkün Olan ve
Olmayan Tanrılar (Possible and Impossible Gods) başlıklı 9. bölümde
Stenger’ın sunduğu Tanrı hipotezine destek sağlayacak varsayımsal
gözlemleri sizlerle paylaşacağım. Yapacağım şeyin tam bir çeviri
olmadığını, anlatılmak istenen şeyi en uygun Türkçe ile ve net
ifadelerle anlatmaya çalışacağımı en baştan belirtmek isterim. Birkaç
yerde de açıklama amaçlı olarak köşeli parantez içinde ve italikli font
ile kendi açıklamamı ekledim.
Tanrı Hipotezine Destek Sağlayacak Varsayımsal (Hipotetik) Gözlemler
Tanrı Hipotezine Destek Sağlayacak Varsayımsal (Hipotetik) Gözlemler
1. Tamamen doğal süreçlerin evreni oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela evrenin ölçülen kütle yoğunluğu, evrenin tam da sıfır enerji (bunun hiçliğin enerjisi olduğunu varsayıyoruz) konumundan başlaması için gerekli olan değerde çıkmayabilirdi. Bu, evrenin oluşması için enerji korunumunun ihlal edilmesinin yani bir mucizenin gerekli olduğu anlamına gelirdi.
2. Tamamen doğal süreçlerin evrendeki düzeni oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela evrenin genişlemediğini ve bir gök kubbe (İncil’de ifade edildiği gibi) olduğunu düşünün. Termodinamiğin 2. kanunu evrenin geçmişte hep olabilecek maksimum değerinden daha düşük entropiye sahip olmasını gerektirecekti. Bu durumda eğer evrenin bir başlangıcı varsa, bu başlangıç dışardan empoze edilmiş bir düzen olmalıydı. Evrenin başlangıcı olmasa bile yani geçmişte sonuza kadar gidiyor olsa bile yine de devamlı artan düzenin kaynağını açıklamamız gerekirdi. [Burada kullanılan "firmanent" kelimesi Kuran'daki "sema" yani gök ile aynı anlamdadır. -dv]
3. Tamamen doğal süreçlerin Dünya’nın kompleks yapısını oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela Dünya’nın yaşının evrim için çok kısa olduğu ortaya çıkabilirdi. Basit şüreçlerin kompleks yapılar oluşturamayabilirdi.
4. Evrimi yanlışlayan kanıtlar bulunabilirdi. Fosiller evrimle izah edilemeyecek şekilde tarihsel sıralanıştan yoksun olabilirdi. Canlıların tamamı aynı genetik şemaya dayanmayabilirdi. Geçiş türleri gözlemlenmeyebilirdi.
5. İnsan hafızası ve düşünceleri bilinen fiziksel süreçlerle mantıklı bir şekilde açıklanamayan deliller sunabilirdi. Bilim zihnin fiziksel olarak mantıklı bir şekilde açıklanamayan sıradışı güçlerinin varlığını belirleyebilirdi. Bilim sonraki yaşamla ilgili tatmin edici deliller ortaya çıkarabilirdi. Mesela öldüğü kesinleşmiş birinin bilmesi mümkün olmayan ve daha sonradan doğruluğu ortaya çıkan bazı bilgilerle birlikte yaşama dönebilirdi. [Bunun teolojik bir temeli olup olmaması önemli değil. Bunlar olabilecek ve olduğu takdirde Tanrı hipotezine destek sağlayacak şeylerdir. -dv]
6. Vahiy ile elde edilen bilgilerin doğrulanmasıyla fiziksel olmayan bir haberleşme kanalının varlığı deneysel olarak onaylanmış olurdu. Mesela bir insan Tanrı’dan aldığı vahiy ile Dünya’nın sonunun tam tarihi öğrenebilir ve daha sonra bu olay gerçekleşebilir. [Burada anlatılmak istenen şey normal olarak sahip olunması mümkün olmayan bilgilerin vahiy ile elde edilmesinin Tanrı hipotezine destek sağlayacağıdır. -dv]
7. Dini metinlerdeki mucizevi olayların ve anlatılan hikayelerin doğruluğunu gösteren fiziksel ve tarihsel deliller elde edilebilirdi.
8. Boşluğun mutlak olarak dengeli (stabil) olduğu ve böylece hiçbir şeyden ziyade birşeylerin varolması için bazı aksiyonların olması gerektiği ortaya çıkabilirdi.
9. Evrenin insan yaşamı için çok uygun olduğu ve böylece insan yaşamı temel alınarak yaratılmış olması gerektiği sonucuna varılabilirdi. İnsanlar kıtalar arasında dolaşır gibi gezegenler arasında dolaşabiliyor ve diğer tüm gezegenlerde yaşam desteği için birşeye ihtiyaç duymaksınız yaşayabiliyor olabilirdi.
10. Doğa olayları nötral matematiksel kanunlardan ziyade bazı ahlaki kurallara uyuyor olabilirdi. Mesela yıldırımlar genelde kötü, ahlaksız insanları çarpıyor; kötü davranışlar sergileyen insanlar daha sık hasta oluyor; rahibeler uçak kazalarından sağ kurtuluyor olabilirdi.
11. İnananlar inanmayanlara göre daha yüksek ahlakı değerlere ve bazı diğer ölçülebilir üstün değerlere sahip olabilirdi. Mesela hapisler ateistlerle doluyken inananlar mutlu, refah içinde sevgi dolu aileleriyle yaşıyor olabilirdi.
Ama bunların hiçbiri olmadı. Tanrı hipotezi elimizdeki verilerle onaylanmadı. Aslında bu hipotez eldeki verilerle güçlü bir şekilde çelişmektedir. (Victor J. Stenger, God: The Failed Hypothesis, s. 231-233)
Maddenin Oluşumu
Tanrı: Başarısız Hipotez başlıklı yazımda Victor J. Stenger’ın yazımla
aynı adı taşıyan kitabından, tanrı hipotezine destek sağlayabilecek
hipotetik (varsayımsal) gözlemleri aktarmıştım. Bu hipotetik gözlemlerin
aslında Stenger’ın ifade ettiği gibi değil de tanrı hipotezine destek
sağlayacak şekilde sonuçlandığını iddia edenler olabilir diye düşünerek
bu konularda kitabın diğer bölümlerinde yer alan açıklamalara değinmeye
karar verdim. Bugün hipotetik gözlemlerden bir numaralıyı ele alacağım.
İlk olarak hipotetik gözlemi hatırlayalım:
1. Tamamen doğal süreçlerin evreni oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela evrenin ölçülen kütle yoğunluğu, evrenin tam da sıfır enerji (bunun hiçliğin enerjisi olduğunu varsayıyoruz) konumundan başlaması için gerekli olan değerde çıkmayabilirdi. Bu, evrenin oluşması için enerji korunumunun ihlal edilmesinin yani bir mucizenin gerekli olduğu anlamına gelirdi. |
Bunu okuyunca bazılarının aklı karışmış olabilir. “Büyük patlamadan (Big
Bang) önce kütle ve enerji yoktu ama şimdi var. Yani kütle ve enerji
korunumu yasası en azından bir kere ihlâl edilmiş olmalı.” diye
düşünenler olmuştur. Bu yazıda Victor Stenger’ın bu konuyla ilgili
açıklamalarını sizlere aktaracağım. Kitabın Cosmic Evidence başlıklı 4.
bölümündeki Creating Matter başlıklı alt bölümün ilgili gördüğüm
kısımlarını en anlaşılır şekilde aktarmaya çalışacağım. Geçen sefer
yaptığım uyarıyı tekrar yapayım: Yapacağım şey tam bir çeviri değildir.
Anlatılmak istenen şeyi en uygun Türkçeyle ve net ifadelerle anlatmaya
çalışacağım. Bu arada başlamadan şunu da belirteyim. Yazıda geçen
“mucize” kelimesi Richard Swinburne’ün The Existence of God kitabında
tanımladığı şekilde yani fizik kanunlarındaki tekrarlanmayan askıya
alınmalar olarak kullanılmıştır. Yani fizik kanunlarının tanımladığının
aksine olan olaylar mucize olarak kabul edilmiştir.
20. yüzyılın başlarına kadar, evrenin oluşumu için bir veya daha fazla
mucizenin gerekli olduğuna dair güçlü bulgular vardı. Şu anda evrende
büyük miktarda madde bulunuyor ve madde, kütle diye tanımladığımız
fiziksel büyüklükle karakterize ediliyor. 20. yüzyıldan önce maddenin ne
yaratılabileceği ne de yok edilebileceğine sadece bir türden başka bir
türe dönüştürülebileceğine inanlıyordu. Bu nedenle maddenin varlığı,
yaratılış anında bir kereliğine maddenin korunumu yasasının ihlâlini
gerektirdiği düşüncesiyle bir mucize olarak görülüyordu.
Fakat Albert Einstein, 1905′te yayımladığı özel görelilik teorisiyle
maddenin enerjiden yaratılabileceğini ve enerjiye dönüşerek yok
olabileceğini gösterdi. Bilimcilerin “Einstein’ın ünlü eşitliği”
dedikleri E=mc², bir cismin kütlesi m ile eşdeğer durağan hal enerjisi
E‘yi ilişkilendirir. Buradaki c ise evrensel bir sabit olan ışığın
vakumdaki hızıdır. Bu eşitliğe göre durağan haldeki bir cisim enerji
taşımaya devam eder.
Bir cisim hareket ettiğinde kinetik enerji denilen ek bir enerji taşır.
Kimyasal ve nükleer etkileşimlerde kinetik enerji durağan hal enerjisine
dönüştürülebilir ki bu kütle üretmeye eşdeğerdir. Aynı zamanda bunun
tersi de gerçekleşir; kütle veya durağan hal enerjisi kinetik enerjiye
dönüştürülebilir. Bu şekilde, kimyasal ve nükleer etkileşimler kinetik
enerji oluşturabilir ve bu enerji daha sonra motorları çalıştırmakta
veya birşeyleri havaya uçurmakta kullanılabilir.
Yani, evrende kütlenin varlığı hiçbir fizik kanununu ihlâl etmez. Kütle
enerjiden gelebilir. Ama o zaman enerji nereden geldi? Aynı zamanda
termodinamiğin birinci kanunu olarak da bilinen enerji korunumu kanuna
göre enerjinin bir yerlerden gelmiş olması gerekir. Prensip olarak
yaratılış hipotezi, 13.7 milyar yıl önce büyük patlamanın başlangıcında
enerji korunumunun ihlâl edildiğine dair direkt gözlem veya teorik
gereklilik ile doğrulanabilirdi.
Ama ne gözlemler ne de teori durumun böyle olduğunu işaret ediyor.
Birinci kanun, kapalı bir sistemde toplamı sabit kalmak koşuluyla
enerjinin bir türden diğerine dönüşebilmesine izin veriyor. Dikkat
çekici bir şekilde, evrenin toplam enerjisinin sıfır olduğu
görülmektedir. Ünlü kozmolog Stephen Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi‘nde
dediği gibi, “Uzayda yaklaşık olarak tekdüze olan bir evren söz konusu
olduğunda negatif kütle çekim enerjisi ve madde ile temsil edilen
pozitif enerjinin birbirlerinin tam olarak götürdükleri gösterilebilir.
Yani evrenin toplam enerjisi sıfırdır.” Daha belirli olmak gerekirse,
ufak ölçüm hataları içinde, evrenin ortalama enerji yoğunluğu tam da
(ufak bir kuantum belirsizliği içinde) sıfır enerji konumundan oluşan
bir evrende olması gerekene eşittir.
Evrenin ilk saniyesinin çok ufak bir bölümünde üstel bir genişleme
sürecinden geçtiğini söyleyen büyük patlama teorisinin modern bir
uzantısı olan şişme teorisine göre pozitif ve negatif enerjiler arasında
yakın bir denge olması gerektiği tahmin ediliyor, öngörülüyor. Şişme
teorisi son zamanlarda, yanlış olduğunu gösterebilecek düzeyde zorlayıcı
bazı gözlemsel testlere girdi. Şu ana kadar tüm testlerden başarıyla
geçti.
Kısaca, madde ve enerjinin varlığı varsayılan yaratılış anında enerji
korunumunun ihlâl edilmesini gerektirmemektedir. Aslında veriler, bu tip
bir mucizenin olmadığı hipotezini kuvvetli şekilde desteklemektedir.
Eğer bu tip bir mucizeyi, yaratıcı hipotezinin bir tahmini, ögörüsü
olarak dikkate alacak olursak, o zaman bu öngörünün onaylanmadığını
söyleyebiliriz.
Ayrıca bu örnek, bilimin Tanrı hakkında söyleyecek hiçbir şeyi
olmadığını yönündeki savı çürütmeye de yaramaktadır. Ölçüm sonuçlarımıza
göre evrenin kütle yoğunluğunun, sıfır enerji konumundan oluşan bir
evreninkiyle tam olarak eşit değerde olmadığını varsayın. Bu durumda,
evrenin oluşması için bir mucizenin yani enerji korunumu yasasının ihlâl
edilmesinin gerekli olduğu sonucuna varmak için haklı, bilimsel
nedenlerimiz olacaktı. Her ne kadar bu, herkesi tatmin edecek şekilde
bir yaratıcının varlığını kanıtlayacak olmasa da mutlaka yaratıcının
varlığı destekleyen kuvvetli bir işaret olacaktı. (Victor J. Stenger,
God: The Failed Hypothesis, s. 115-117)
Düzenin Oluşumu
Victor J. Stenger’ın, tanrı hipotezine destek sağlayabilecek varsayımsal
gözlemler olarak ortaya koyduğu maddeleri yine Stenger’ın kendi
açıklamalarıyla sizlere aktarmaya devam ediyorum. Bu seferki konumuz
evrendeki düzenin kökeni. Düzensizlikten düzen doğabilir mi? Düzenin
ortaya çıkması bir tanrının varlığını gerekli kılar mı? Tanrı: Başarısız
Hipotez başlıklı yazımdan hatırlayacağınız gibi Stenger şöyle demişti:
Tamamen doğal süreçlerin evrendeki düzeni oluşturmak için yetersiz olduğu kanıtlanabilirdi. Mesela evrenin genişlemediğini ve bir gök kubbe (İncil’de ifade edildiği gibi) olduğunu düşünün. Termodinamiğin 2. kanunu evrenin geçmişte hep olabilecek maksimum değerinden daha düşük entropiye sahip olmasını gerektirecekti. Bu durumda eğer evrenin bir başlangıcı varsa, bu başlangıç dışardan empoze edilmiş bir düzen olmalıydı. Evrenin başlangıcı olmasa bile yani geçmişte sonuza kadar gidiyor olsa bile yine de devamlı artan düzenin kaynağını açıklamamız gerekirdi. [Burada kullanılan "firmanent" kelimesi Kuran'daki "sema" yani gök ile aynı anlamdadır. -dv] |
Bu yazımda Stenger’ın bu konuya daha derinlemesine değindiği bölümleri
sizlere aktarmaya çalışacağım. Artık klasik hale gelen uyarımı tekrar
ifade edeyim: Yapacağım şey tam bir çeviri değildir. Anlatılmak istenen
şeyi en uygun Türkçeyle ve net ifadelerle anlatmaya çalışacağım.
Yaratıcı hipotezinin bir başka öngörüsü daha elimizdeki veriler
tarafından onaylanma konusunda başarısız oluyor. Eğer evren yaratılmış
olsaydı, evrenin yaratılış anında yaratıcı tarafından verilmiş olan bir
miktar düzene sahip olması gerekirdi. Bu beklenti genelde termodinamiğin
ikinci yasası temek alınarak ifade edilir. Buna göre kapalı bir
sistemin toplam entropisi veya düzensizliği zaman ilerledikçe ya sabit
kalmalıdır ya da artmalıdır. Eğer evren bugün için kapalı bir sistemse,
bu her zaman için böyle olamaz gibi gözüküyordu. Geçmişte bir noktada
düzenin evrene dışarıdan verilmiş olması gerekirdi.
1929 öncesinde bu, mucizevi bir yaratılış için güçlü bir argümandı.
Fakat, bu yılda astronom Edwin Hubble galaksilerin birbirlerinden olan
uzaklıklarıyla orantılı hızlarda birbirlerinden uzaklaştıklarını
duyurdu. Bu gözlem evrenin genişlediği işaret ediyordu. Bu, büyük
patlama için ilk delili sağladı. Genişleyen bir evren tamamen kaos
içinde başlayıp, ikinci yasayla uyumlu olarak yerelleşmiş düzen
oluşturabilir.
Bunu göstermenin en kolay yolu basit bir örnek. Evinizi temizlediğinizde
çöplerinizi bahçenize attığınızı düşünün. En sonunda bahçeniz çöple
dolacaktır. Fakat uygun bir tedbir alarak temizlik sonunda biriken
çöplerinizi bahçeye atmaya devam edebilirsiniz. Sadece evinizin
etrafında yeni alanlar alarak çöpleri atacak daha fazla alana sahip
olabilirsiniz. Evrenin geri kalanında düzensizliği artırmak pahasına,
evinizde yerelleşmiş düzen oluşturabilirsiniz.
Benzer şekilde evrenin belli bölümleri, düzenli hale gelme işlemi
sırasında üretilen entropinin devamlı genişleyen ve o bölgeyi çevreleyen
boşluğa saçılmasıyla daha düzenli hale gelebilir. Şekil 4.1′de
gösterildiği gibi evrenin toplam entropisi termodinamiğin ikinci
yasasının gerektirdiği şekilde, evren genişledikçe artar. Ancak, evrenin
sahip olabileceği maksimum entropi yani maksimal (olabilecek en yüksek)
entropi daha da hızlı artarak düzenin oluşabilmesi için daha fazla
boş alan oluşmasını sağlar.
Bunun nedeni belli bir yarıçapı olan bir kürenin (evreni bir küre gibi
düşünüyoruz) maksimal entropisi, aynı yarıçaptaki kara deliğin
entropisine eşittir. Genişleyen evren bir kara delik olmadığına göre
entropisi maksimal entropiden daha düşüktür. Buna göre, zaman
ilerledikçe daha düzensiz hale gelse de, genişleyen evrenimiz maksimal
düzensizlikte değildir. Ama bir zamanlar öyleydi.
Genişlemeyi günümüzden 13.7 milyar yıl önceye, tanımlanabilir en erken
zamana, yani Planck zamanına olan 6.4×10-44 saniyeye geri çektiğimizi
düşünelim. Burada evren işlemsel olarak tanımlanabilir en küçük hacme
sahiptir, yarıçapı Planck uzunluğu (1.6×10-35 metre) olan bir küre yani
Planck küresi. Termodinamiğin ikinci yasasından bildiğimiz gibi evren o
anda şimdikinden daha düşük entropiye sahipti. Ancak o entropi, o kadar
küçük bir objenin sahip olabileceği en büyük değer kadar yüksekti.
Çünkü, Planck boyutlarındaki bir küre kara deliğe eşdeğerdir.
Bu daha detaylı açıklama gerektiriyor. Evrenin başlangıcında entropinin
maksimal olduğunu ve o anda itibaren devamlı olarak arttığını söylüyor
gibi gözüküyorum. Aslında, tam olarak söylediğim şey bu. Evren
genişlemeye başladığında entropisi, o büyüklükteki bir cismin sahip
olabileceği maksimal değer kadar yüksekti çünkü evren, içinden hiçbir
bilgi çıkarılamayacak olan bir kara deliğe eşdeğerdi. Bugün için entropi
daha yüksek ama maksimal değil, yani evrenin boyutlarındaki bir cismin
sahip olabileceği en maksimum entropi kadar değil. Evren artık bir kara
delik değil.
…
Ekstrapolasyonla evrenin ilk anlarına gittiğimizde görüyoruz ki entropi
maksimaldi. Bu durumda bütün bir düzensizlik vardı, hiçbir yapı mevcut
olamazdı. Burdan çıkan sonuca göre evren hiçbir yapı ile başlamadı.
Bugün ise entropinin maksimal olmadığı gerçeğiyle uyumlu olarak,
yapılara sahiptir.
Kısaca, bugün için en iyi kozmolojik anlayışımıza göre evrenimiz, hiçbir
yapı veya organizasyon ile başlamamıştır. Evrenin başlangıcı bir kaos
durumuydu.
Bu durumda şu sonuca ulaşmak zorundayız: Bugün görmekte olduğumuz
komplek düzen sözde yaratılış anında dışardan eklenmiş olan bir
tasarımın sonucu olamaz. Evren, büyük patlamadan önce olanlarla ilgili
hiçbir veri barındırmamaktadır. Yaratıcı, eğer varolduysa bile hiçbir iz
bırakmadı. Bu nedenle aslında hiçbir zaman varolmamış da olabilir.
Bir kere daha, aksi şekilde sonuçlanabilecek ve bu durumda yaratıcı
hipotezi için kuvvetli bir bilimsel delil oluturacak bir sonuç var. Eğer
evren genişlemiyor ve bir gök kubbe [Burada kullanılan "firmanent"
kelimesi İncil'de geçer ve aynı zamanda Kuran'daki "sema" yani gök ile
aynı anlamdadır. -dv] olsaydı, termodinamiğin ikinci yasasına göre
evrenin geçmişte hep olabilecek maksimum değerinden daha düşük entropiye
sahip olması gerekecekti. Bu durumda eğer evrenin bir başlangıcı varsa,
bu başlangıç dışardan empoze edilmiş bir düzen olmalıydı. Evrenin
başlangıcı olmasa bile yani geçmişte sonuza kadar gidiyor olsa bile yine
de devamlı artan düzenin kaynağı doğal (natural) açıklamalara karşı
gelecekti. (Victor J. Stenger, God: The Failed Hypothesis, s. 117-121)
Başlangıç ve Neden
Victor Stenger’ın God: The Failed Hypothesis kitabından bölümler
aktarmaya devam ediyorum. Bu sefer lafı fazla uzatmadan direk konuya
girmek istiyorum. Yazının konusu evrenin başlangıcının olup olmadığı ve
varsa bu başlangıcın özel, belirli bir nedeni var mıdır yok mudur…
Büyük patlamanın deneysel gerçekliği bazı teistlerin, bunun bir
yaratıcının varlığını kanıtladığını iddia etmelerine neden oldu. 1951′de
Papa 12. Pius, Papalık Akademisinde şöyle dedi: “Zaman içinde yaratılış
gerçekleşti, bu nedenle bir Yaratıcı vardır, bu yüzden de Tanrı
vardır.” Büyük patlama düşüncesini ilk kez ileri süren kişi olan
astronom/rahip Georges Henri Lemaître, Papa’ya bu ifadesinin “mutlak”
olmaması için tavsiyede bulundu. [Burada Papa'nın yanılmazlığı dogmasına
atıfta bulunuluyor. -dv]
Hristiyan apolojist William Lane Craig, evrenin başlangıcı olması
gerektiğini ve bu başlangıcın da kişisel bir yaratıcıya işaret ettiğini
düşündüğü bir dizi sofistike argüman ileri sürmüştür [Burada yaratıcı
için kullanılan kişisel kelimesi yaratıcının irade, duygu, amaç ve diğer
kişisel özellikleri olduğunu ifade etmektedir. -dv]. Bunlardan biri
1916′da Einstein tarafından yayımlanmış ve o günden itibaren birçok
zorlayıcı deneysel testten geçmiş olan modern kütle çekim teorisi olan
genel göreliliğe dayanmaktadır.
1970 yılında kozmolog Stephen Hawking ve matematikçi Roger Penrose, daha
önce Penrose tarafından çıkarsanmış olan bir teoremi kullanarak büyük
patlamanın başlangıcında bir tekilliğin varolduğunu “kanıtladılar”.
Genel göreliliği ekstrapolasyon ile sıfır zamanına doğru geri
çektiğimizde evren devamlı olarak küçülürken evrenin yoğunluğu ve kütle
çekimsel alan devamlı artar. Evrenin boyutu sıfıra doğru giderken
yoğunluk ve kütle çekim alanı (en azından genel göreliliğin metamatiğine
göre) sonsuza gider. Craig, bu noktada zamanın durması gerektiğini ve
böylece bu andan daha önceki bir zamanın varolamayacağını iddia eder.
Fakat Hawking daha sonra önceki kanıtını reddetti. Zamanın Kısa Tarihi
(A Brief History of Time) adlı kitabında “Evrenin başlangıcında gerçekte
bir tekillik yoktu.” demiştir. Penrose’un da hemfikir olduğu bu
düzeltilmiş sonuç, Einstein’ın görelilik teorilerinin ortaya çıkmasından
sonra geliştirilmiş olan kuantum mekaniğine dayanmaktadır. Şimdiye
kadar büyük hassasiyetle doğrlunmış olan kuantum mekaniği bize genel
göreliliğin (en azından bugünkü formülasyonuyla) Planck zamanından kısa
süreler ve Planck boyundan kısa mesafeler için geçersiz hale geleceğini
söylemektedir. Buradan çıkan sonuç şudur: Genel görelilik, Planck
zamanından önce tekillik olduğunu göstermek için kullanılamaz ve
Craig’in zamanın başlangıcı olduğunu göstermek için tekillik teoremini
kullanması geçersizdir.
Craig ve diğer teistler bununla alakalı başka bir iddiada daha
bulunuyorlar: Evrenin bir noktada mutlaka başlangıcı olması gerekir
çünkü eğer evren sonsuz yaşında olsaydı bugüne ulaşması için sonsuz
zamandan geçmiş olması gerekirdi. Fakat filozof Keith Parsons’un işaret
ettiği gibi “Evrenin sonsuz yaşında olduğunu söylemek başlangıcı
olmadığını söylemek demektir—sonsuz zaman önce bir başlangıca sahip
olduğunu değil.”
Sonsuzluk, 19. yüzyılın sonlarında matematikçi Georg Cantor‘un
çalışmalarında kesin bir şekilde formüle edilmiş soyut matematiksel bir
kavramdır. Fakat sonsuzluğun simgesi olan “∞” fizikte “çok büyük bir
sayı” için kısaltma olarak kullanılır. Fizik saymaktır. Fizikte zaman,
basitçe bir saatteki tiktakların sayımıdır. İleriye doğru sayabildiğiniz
gibi geriye doğru da sayabilirsiniz. İleriye doğru sayarak çok büyük
bir sayıya ulaşabilirsiniz ama asla matematiksel olarak pozitif sonsuza
ulaşamazsınız ve zaman “hiçbir zaman sona ermez”. Geriye doğru sayarak
çok büyük negatif bir sayıya ulaşabilirsiniz ama asla matematiksel
olarak negatif sonsuza ulaşamazsınız ve zaman “hiçbir zaman başlamaz”.
Hiçbir zaman pozitif sonsuza ulaşamadığımız gibi negatif sonsuza da
ulaşamayız. Evren gelecekte matematiksel olarak sonsuz olaya sahip
olmasa da yine de bir sonu olması gerekli değildir. Benzer şekilde,
geçmişte matematiksel olarak sonsuz olay olmasa da yine de bir
başlangıcı olması gerekli değildir. Her zaman için bir olayı takip eden
bir olay ve bir olaydan önce gelen bir olay vardır.
Craig, evrenin başlangıcı olduğunun gösterilmesinin kişisel bir
yaratıcının varlığını kanıtlamak için yeterli olduğunu savunmaktadır.
Bunu İslami teolojideki kelâm kozmolojik argümanı tarzında sunmaktadır.
Argüman bir kıyas şeklinde sunulmaktadır:
1. Varolmaya başlayan herşeyin bir nedeni vardır.
2. Evren varolmaya başladı.
3. Bu nedenle evrenin bir nedeni vardır.
Kelâm argümanı filozoflar tarafından mantıksal temelde şiddetli şekilde
karşı çıkılmıştır. Ama burada bilim üzerine odaklandığımız için bunları
tekrarlamaya gerek yok.
Makalelerine bakıldığında Craig, ilk önermeyi genel günlük deneyim
dışında kanıt gerektirmeyen bir gerçek olarak almaktadır. Aynen bize
dünyanın düz olduğunu söyleyen deneyim gibi. Gerçekte, atom ve atom altı
seviyede belli nedenleri olmadan fiziksel olaylar gözlemlenmiştir.
Örneğin, uyarılmış enerj iseviyesindeki bir atom daha düşük bir enerji
seviyesine indiğinde foton yayar. Bu olayın hiçbir nedeni bulunmamıştır.
Benzer şekilde, radyoaktif bir çekirdeğin bozunması için de belli bir
neden yoktur.
Craig buna karşı, kuantum olaylarının önceden belirlenmemiş bir şekilde
de olsa yine de “nedeni” olduğunu iddia etmektedir. Bunu da “olasılıksal
nedensellik” olarak adlandırmaktadır. Burada aslında Craig, ilk
önermesinde kullandığını “neden”in tesadüfi, spontane (kendiliğinden
olan) birşey olabileceğini kabullenmiş oluyor. Olasılıksal nedenselliğe
izin vererek önceden belirlenmiş yaratılış için yaptığı savunmayı da
yıkmış oluyor.
Olasılıksal nedenler konusunda oldukça başarılı bir teorimiz var:
kuantum mekaniği. Belirli bir olayın ne zaman gerçekleşeceğini
öngörmüyor. Aslında ayrı ayrı olayların önceden belirlenmiş
olmadıklarını varsayar. Bir istisna David Bohm’un kuantum mekaniği
yorumunda ortaya çıkar. Buna göre henüz saptanamamış kuantum altı
kuvvetlerin varolduğu kabul edilir. Bu yorumun bazı destekçileri olsa da
genel olarak kabul edilmez çünkü bu, özel göreliliğin ihlâl edilmesini
gerekli kılan ışık hızı üstü bağlantılara ihtiyaç duymaktadır. Daha da
önemlisi, kuantum altı güçlerin varlığını gösteren hiçbir delil
bulunmamıştır.
Kuantum mekaniği, ayrı ayrı olayları öngörmek yerine benzer olaylar
bütünün sonuçlarının istatistiksel dağılımını öngörür. Bunu yüksek
hassasiyetle yapabilir. Örneğin, bir kuantum hesaplaması size belli bir
süre sonunda büyük bir örnek parçadan kaç tane çekirdeğin bozulacağını
söyleyecektir. Veya uyarılmış atomlardan oluşan bir grubun yayacağı
ışığın yoğunluğunu öngörebilirsiniz ki bu atomların yayacağı toplam
foton sayısının bir ölçüsüdür. Ama ne kuantum mekaniği ne de varolan
herhangi başka bir teori (Bohm’unki de dahil olmak üzere), ayrı ayrı
çekirdeklerin veya atomların davranışıyla ilgili hiçbir şey söyleyemez.
Atomik geçişlerde fotonların kendiliğinden (spontan şekilde) yayılması
gibi nükleer ışımalarda da parçacıklar kendiliğinden yayılır. Önceden
belirlenmişlik olmadığından, bu olaylar Craig’in ilk önermesiyle
çelişmektedir.
Radyoaktivite olayında bozulmanın, bir üstel bozulma “yasası”na uyduğu
gözlemlenmektedir. Bu istatistiksel yasa tam da belli bir kısa zaman
aralığındaki bozulma olasılığı ile aynı uzunluktaki diğer tüm zaman
aralıklarındaki bozulma olasılıklarıeşit olması durumunda bekleyeceğimiz
birşeydir. Bir başka deyişle bu bozulma eğrisinin kendisi, herbir ayrı
olayın tahmin edilemez bir şekilde oluştuğunun yani önceden belirlenmiş
olmadığının delilidir.
Kuantum mekaniği ve klasik mekanik (Newton mekaniği) genelde düşünüldüğü
kadar birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Aslında kütle, mesafe ve
hız gibi sistem parametreleri klasik bölgeye doğru yaklaştığında,
kuantum mekaniği yumuşak bir şekilde klasik mekaniğe dönüşür. Bu
olduğunda kuantum olasılıkları ya sıfır ya da %100′e gelir ki bu da bize
bu seviyede kesinlik sağlar. Fakat olasılıkların sıfır veya %100
olmadığı birçok örnek vardır. Kuantum olasılık hesapları, benzer
olaylardan oluşan bir grup üzerinde yapılan gözlemlerle tam olarak
uyuşmaktadır.
Şunu da dikkate almak gerekir: Kelâm argümanının sonucu geçerli bile
olsaydı yani evrenin bir nedeni olsaydı, bu neden niçin doğal olamasın?
Bu durumda, kelâm argümanı ikinci önermeyi gündeme getirmeye gerek bile
kalmadan hem deneysel hem de teorik yönden başarısızlığa uğramış
durumdadır. (Victor J. Stenger, God: The Failed Hypothesis, s. 121-125)
Evrenin Kökeni
Victor Stenger’ın Tanrı: Başarısız Hipotez adlı kitabından bölümler
aktarmaya devam ediyorum. Bu bölümde Stenger evrenin kökenine ve bu
konunun tanrının varlığına dair bir argüman olarak kullanılmasına
değiniyor. Bu yazıyı kelâm kozmolojik argümanının konu edildiği ve
birinci önermesinin konu edildiği Başlangıç ve Neden başlıklı yazının
devamı olarak değerlendirmek mümkün. Bu yazıda da kelâm kozmolojik
argümanının ikinci önermesi ele alınıyor.
Bununla birlikte kelâm argümanına bir darbe de ikinci önermenin yanlış
olduğu gerçeğiyle gelmektedir. Yukarda gördüğümüz gibi evrenin büyük
patlama ile başladığı iddiasının günümüz fizik ve kozmoloji biliminde
hiçbir temeli yoktur.
Büyük patlamayı onaylayan gözlemlerin hiçbiri önceki bir evrenin
varolduğu olasılığını dışlamaz. Evrenimizin daha önce var olan başka bir
evrenden, kuantum tünellemesi veya kuantum dalgalanması denilen bir
olayla ortaya çıktığını ileri süren makenizmalara ilişkin teorik
modeller yayımlanmıştır. Evrenin ilk anlarını tarif eden matematiksel
formüller zaman ekseninin diğer tarafı için de geçerlidir, yani evrenin
büyük patlama ile başladığını varsaymamız için hiçbir neden
bulunmamaktadır.
Kavranabilir Kozmos (The Comprehensible Cosmos)’ta, matematik veya
fizikte üniversite eğitimi almış herhangi birinin anlayabileceği düzeyde
matematiğin kullanıldığı, evreninin tamamen doğal bir kökenine ilişkin
bir senaryo ortaya koydum. Bu senaryo James Hartle ve Stephen Hawking’in
sınırsız evren modelini (no boundary model) temel almaktadır. Bu
modelde evrenini uzay ve zamanda başlangıcı veya sonu yoktur. Benim
sunduğum modelde evrenimiz, önceki tüm zamanda varolmuş başka bir
evrendeki Planck zamanındaki kaostan tünellenmiş olarak tarif
edilmektedir.
Zamanın Kısa Tarihi‘nde teknik detaylarından kaçınmış olsa da sınırsız
evren modeli Hawking’in sıkça alıntı yapılan sözlerinin temelidir:
“Evreninin başlangıcı olması durumunda bir yaratıcısı olduğunu
varsayabiliriz. Fakat eğer evren gerçekten tamamen kendine yetiyorsa,
kendinden başka hiçbir şeye gerek duymuyorsa ve sınırları veya kenarları
yoksa, o zaman ne başlangıcı ne de sonu olur; sadece basitçe varolur. O
zaman bir yaratıcıya ne gerek var?”
Önde gelen fizikçi ve kozmologlar saygın bilim dergilerinde, evrenin
hiçlikten doğal olarak ortaya çıktığı bir takım senaryolar yayımladılar.
Bugün için bunların hiçbiri evrenin tam olarak nasıl ortaya çıktığını
kanıtlayabilmiş değil. Ama bunların yaptığı şey, bu bilgi boşluğunu
temel alan Tanrının varlığına ilişkin argümanların başarısızlığını
göstermektir. Çünkü, elimizdeki bilgiler ışığında makul doğal
mekanizmalar sunulabilmektedir.
Vurguladığım gibi güncel bilimsel bilgideki bir boşluk için makul
bilimsel bir açıklama varsa boşlukların tanrısı argümanı başarısız olur.
Evrenin kesin kökeni konusunun bilimsel bilgi dağarcığında bir boşluk
olarak kaldığına itiraz etmiyorum. Ama bu kökene ilişkin akla yatkın
herhangi bir bilimsel açıklamadan mahrum olduğumuz görüşüne de karşı
çıkıyorum.
Kısaca, deneysel veriler ve bu verileri başarılı bir şekilde tarif eden
teoriler, evrenin maksatlı (bir amaca yönelik) bir yaratılışın eseri
olmadığına işaret etmektedir. En iyi ve güncel bilimsel birikimimize
dayanarak maksatlı bir yaratılışın kozmolojik izlerini bırakan bir
yaratıcının var olmadığını söyleyebiliriz. (Victor J. Stenger, God: The
Failed Hypothesis, s. 125-127)
Kaynak
Da Vinci tarafından yazılan yukarıdaki makaleler, farklı bölümler halinde Ekim 2008 tarihinde Bilim Felsefe Din web sitesinde yayınlanmıştır.
6 Yorumlar
yazar zaten hiristiyan bundan ne beklersinki
YanıtlaSilAdsız Feb 16
YanıtlaSilburda islamdan değil; tanrıdan bahsediyor. anlama kapasiten çok zayıf.
nesi zayıf, "İslam'dan bahsetmiyor Tanrı'dan bahsediyor" nedir? Allah'ta tarihte varolmuş pek çok tanrıdan biridir ve genel vasıfları diğer tanrılarla aynıdır.
YanıtlaSildugumlendigimiz konu su; en basitinden maddeyi hareket ettiren kuvveti gozlemleyebiliyor isek. ve simdi bunlarin arasini dolduran gizli maddeyi de kesfetmis iken. bunca gucu zincirleme hareket etiren baska bir guc olmali. ve o gucu de hareket ettiren simdilik bilemedigimiz gozlemliyemedigimiz cok daha gizemli bir baska guc olmali.
YanıtlaSilŞunu merak ediyorum, velevki Alla(CC)yok , haşa, herkes enerjiye dönüşüp yok, olacak, doğrumu, peki ya varsa, benim nefsim ilkini kabul etmiyor, yok olmak, hiç olmak, sonuç iki seçenek, ben ikincisini seçiyorum, sizi bilmem...
YanıtlaSilhawking in hayali zamanı,caner taslaman big bang ve tanrı kitabında hawking in tekillik ve zaman için yaptığı sahtekarlığı anlatıyor tavsiye ederim
YanıtlaSilAteisler in tek yapacağı şey buydu zaten
1.nedeni olmayan fiziksel olaylar saçmalığı
2.zamanın sonsuz başlangıçsız olması isteği
başka kaçacağınız delik kalmadı
bana göre
1.zaman varsa-zamansız bir durumda var
2.kendi kendine hareket olması benim mantığıma uymuyor
3.sonlu(ölen ya da mümkün) varlık varsa-sonsuz(ölmeyen) varlıkta olmalı
4.sonsuz diye bir sayı yoktur
5.sınır varsa,sınırsız bir durum yada varlık da olmalı
Küfürlü, aşağılayıcı, hakaret içeren, içinde fikir barındırmayan ve yazı içeriğiyle ilgili olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Emoji