Kuran'ın Orijinalleri Yakıldığı İçin Şimdi Yok

Kuran'ın ilk orijinali: Muhammed'in sağlığında iken Kuran'ı hem hafızlara ezberletiyor, hem de katiplerine küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazdırıyordu. Bu orijinal Kuran, bugün yeryüzünde yoktur.

Kuran'ın ikinci kez derlenmesi Ebubekir döneminde yapılmıştır. Kuran'ı ezberlemiş olan hafızların müslümanların yaptıkları savaşlarda özellikle de El Yemame savaşında ölmeleri üzerine Ömer, Ebu Bekir'e Kuran'ın bir kitap halinde toplanmasını önermiştir. Bunun üzerine Ebu Bekir, Zeyd İbn Sabit'e Kuran'ı kitap halinde toplatmıştır. Bu Kuran, Ebu Bekir tarafından ölünceye kadar muhaza edilmiştir. Ebubekir öldükten sonra Kuran'ı Ömer korumaya almıştır. Ömer öldükten sonra, Ömer'in kızı ve Muhammed'in karılarından olan Hafsa tarafından muhaza edilmeye başlanmıştır. Ancak, bu Kuran da, halife Mervan Ibn Hakem tarafından Hafsa'dan alınarak yakılmıştır.

Kuran'ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan "azmalar".Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yoktur.

Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed'in "vahiy katiplerine yazdırdığı" bildirilen "Kuran"ın ne "aynı" ne de "tümü" bugünkü Kuran'da yoktur. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; "Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım."(Kaynak: İb Ebi Davud, Leiden 1937, yay.,s.243-Suphi e's-Salih Mebahis Fi ulûm-il Kuran).

Kuran nasıl derlendi?

Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler "Lihaf" (küçük taşlar), "Rıka" (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), "Ektaf" (deve ve koyun kemikleri), "Usub" (agaç parçası" gibi nesnelere yazılmıştı.

Yitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez Halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi.

Bir aktarma da "bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu" da açıklanır.

Buhari'nin yer verdiği bir hadise göre; "dinden dönüş" (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran'ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran'ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir'e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.

"Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?" diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. işin gerçekleşmesi için de Zeyd Ibn Sabit'e görev verildi. Zeyd "Ebubekir bana 'Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini' dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran'ı derlemek kadar." diyorama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor:

"Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim. işin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu'l-Ensari'de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı". Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129.ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu

Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri.

Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari'nin "e's-Sahihi"nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran'ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Aynı zamanda, Peygamber dönemindeki "hafız"ların, yani Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı pek azdı. Buhari'nin "e's-Sahih"inde geçen hadis şöyle:

Birinci hadis: Amr Ibnu'l-Ass anlatıyor: Peygamberin "Kuran'ı dört kişiden alın, Abdullah Ibn Mes'ud'dan, Salim'den, Muaz'dan ve Übeyy Ibn Ka'b'den" dedigini işittim. (Buhari, Fadailu'l-Kuran 8.)

İkinci hadis: Enes anlatıyor: "Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu'd-Derda, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd." (Buhari.)

islkurdegres1a.gif

Üçüncü hadis: Katade'den aktarılıyor: "Malik oğlu Enes'e; 'Peygamber döneminde, Kuran'ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?' diye sordum. şu karşılığı verdi: 'Dört kişi. Tümü de Medine'li. Übeyy Ibn Ka'b, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari, aynı yer, Müslim 2465. Hadis.)


Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: Ibn Mesud (Birinci hadiste), Salim (birinci hadiste), Muaz Ibn Cebel (birinci, ikinci ve üçüncü hadiste.)

İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların "dinsizlerin işine yaradığını" ileri sürerler. Suyuti, El İtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.)

İl itkan'da daha başkalarının da Kuran'ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran'ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. (El ıtkan, 95-9ö.)

Zeyd Ibn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran'a geçirmek için "iki tanık" koşulu koymuştu. Ancak bir tanıkla Kuran'ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ube Huzeyme'de bulduğu ve Tevbe Suresi'nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi.

Kuran'ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, "herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini" istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir'in yanında kaldı, sonra Ömer'in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa'ya verildi.

Kuran ikinci kez derleniyor:

Buhari'de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan'ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu'l-Yeman, Halife Osman'a geldi. Müslümanların okudukları Kuran'lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, "Emire'l-Mü'minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!" Bunun üzerine Osman, Hafsa'ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. "İş bitince sana geri gönderirim" dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman'a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit'e, Abdullah Ibn Züyebr'e, Sa'd Ibnu'l-As'a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman'a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa'dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi: "(Medine'li) olan Zeyd ile, Kuran'dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir."

Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa'dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e's- Sahih, Kitabu Fedaili'l-Kuran/3.)

Buhari'nin kendisine anlatılan çabalardan ve "Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında" belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa'daki Mushaf'tan aynen kopya etmek söz konusu değildi.

İleri sürüle gelen "aynen kopya edildiği" ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de "ağız (şive) farklarından dolayı" diye gerekçe gösterilir. Ancak, Dr. Suphi e's-Salih, Mebahis Fi Ulumi'l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80, 84, 85 sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi'ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan "mushaf", istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı.

islkurdegres2b.gif

Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa'dan alıp getirilen "Mushaf" ile Osman döneminde meydana getirilen "nüshalar, mushaflar" arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir?

Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece "bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma" olmadığını anlatır niteliktedir

Dörtlü kurulda yer alan Zeyd Ibn Sabit, şöyle diyor: "Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin sonundan bir ayet yitirdim ('fakattu'). Ki, Peygamberin onu Kuran'dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari'de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta." (Itkan, Mısır, 1978, C1, s.79.)

Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç:

Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran'ın Tanrısı "Kuşkusuz Zikr'ı (Kuran'ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz" (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan Ibn Hakem, "sandıktan" aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan'ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor: "Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf'a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler." (Bkz. Dr. Subhi e's-Salih, Mebahis fi Ulumi'l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu'l-Mesahif, s.24.) Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) "Mushaf" arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran'dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu?

Muhammed Döneminin Kuran'ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil:

Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: Ibn Ömer diyor ki: "Hiçbiriniz, Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Kuran'ın çoğu yok olup gitmiştir. 'Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum' desin yalnızca." (Bkz.Suyuti, el İtkan, 2/32.)

islkurdegres3na.gif

islkurdegres4a.gif

Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran'la, Muhammed'in "vahiy katipleri"ne yazdırdığı bildirilen Kuran'ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, Ibn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan "Mushaf"ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor...

Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan "değişik mushaflar" da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti'nin el İtkan'ında, Buhari'nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed'in en yakınlarından biri bilinen ve Peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği Ibn Mesud'un mushafı, yine Muhammed'in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy Ibn Ka'b'ın mushafı, Abdullah Ibn Abbas'ın mushafı, Muhammed'in karılarından Aişe'nin mushafı, Ali'nin mushafı bunların başlıcaları.

Ayrıca bugün Alevi'lerin, Ali'nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan'da saklanan ayrı bir mushaf daha var.

Suyuti'nin ve Buhari'nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır.Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, Ibn Mesud'un "Mushaf"ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de..Ali'nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran'da, Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.

Üçüncü halife Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran'ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır.

Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe'ye, Basra'ya ve Şam'a göndermiştir. Mekke'ye, Yemen'e ve Bahreyn'e gönderilenlerden de söz ediliyor.

Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için "mushaflar" meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran'da bulunmamasına ne demeli?

Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent'te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır. Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi'ndeki Kuran'ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. (Turan Dursun'un bu makalesinin üzerinden geçen sürede , 2000 yılına gelindiğinde, Yemen'deki Ulu Cami'de yapılan restorasyon çalışmaları sırasında dünyanın en eski Kuran'ının bulunduğu The Guardian gazetesinin haberinde açıklanmıştır. Bu Kuran üzerinde yapılan incelemeler, günümüzdeki Kur'an'ı tutmadığını göstermektedir. )

Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e's-Salih kitabında, "Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?" sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar. Kahire Kütüphanesi'nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet'in ilk yıllarında bulunmadığı bilinmektedir.

Ayrıca, Kuran'ın okunuşundaki farklar da, tek bir Kuran olmadığının göstergesidir. Nitekim, İsmail Cerraoğlu'nun, Ankara 1971 baskılı "Tefsir Usulu" adlı kitabının 90-110.sayfaları arasında, Islam kaynaklarından aktarılan bilgiler de şöyle:

"Kur'an'ın bir harfinin bile değişmediği" yalanı Tevbe suresinin 114.ayetindeki "iyyahu" sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, "ebahu" diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki "izzettin sözcüğünü de "ğırratin" okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri.Birincisinde "ya""ba" ya, öbüründe de "ayın" harfi, "ğayın" harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim.

Eldeki Kur'an'da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, "mürâdiflerini", yani "eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki "akvamu" sözcüğünün yerine, "asvabu" sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum'a suresinin 10. Ayetindeki "fes'av" sözcüğünün yerine, "femzû" sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki "kel'ıhni"yerine "k'essavfı"yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas "sayhaten vahideten"lerdeki "sayhaten" yerine, "zeyfeten"i yeğlerdi.Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki "vada'nâ" yerine,"halelnâ" diye okurdu. (Bkz.Sf.95). Aynı kitapta, gösterilen kesimde başka örnekler de görülebilir.

Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir.

İsmail Cerrahoğlu'nun da kitabında yer verdiği (Bkz. aynı kitap, s.93-94) bir olay çok ilginçti bu konuda. Aktarıldığına göre, bir gün Hizam oğlu Hakim Oğlu Hişam, Furkan suresini okumaktadır. Ömer dinler, bakar ki, Hişam bu sureyi Muhammed'in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ömer öfkelenmiştir:

"-Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?"

"-Peygamber!"

"-Yalan söylüyorsun. Çünkü, Peygamber bu sureyi bana senin okuduğundan başka türlü okuttu."

Ömer bu tartışmayı yaparken, Hişam'ın yakasına sarılmıştır. Sonra, adamı alıp Peygamber'e götürür.

"-Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan suresini."

"-Yakasını bırak da adamın okuduklarını ben de dinleyeyim."

Ömer yakasını bırakınca, Muhammed adama döner:

"-Hişam, haydi oku, bir de ben dinleyeyim, Furkan suresini nasıl okuyorsun?"

Hişam, Furkan suresini, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra, Muhammed, "-Bu sure bana böyle indi." der.

Muhammed, aynı sureyi bir de Ömer'e okutturur. Ömer'inki için de aynı şeyi söyler. Yani, ikisininkini de doğru bulmuştur. Sonra da şöyle der:

"- Kuran yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, Kur'an'ı ona göre okuyun. (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Husûmât 4; Tecrîd, hadis no: 1766; Müslim, e's-Sahih, Kitabu Salâti'l-Müsâfirîn/270, hadis no:818)

Bu hadis, Hişam'ın okuduğu Furkan suresi ile, Ömer'in okuduğu Furkan suresinin çok çok başka olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu hadise göre, Muhammed, kavgayı tatlıya bağlıyor, "Kur'an'ın yedi çeşit indirildiğini" ve herkesin başka türlü okuyabileceğini söylüyor. Yani Kur'an'ı türlü biçimlerde öğrenip okumayı serbest bırakıyor. "Başkalık"sa, hadisten de kolaylıkla anlaşılacağı gibi, "okunuş"ta değil, "okunanlar"dadır. Yoksa, Ömer'in o denli öfkesinden söz edilebilir mi?

Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki "resmi kuran" dakileri tutmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer'in şu sözü son derece ilginçtir:

-İçinizden kimse, Kur'an'ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur'an'ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur'an'ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)

Bütün bunlar karşısında, yine "kuran, Peygamberden bu yana olduğu gibi ve bir harfi bile değişmeden gelmiştir, denebilir mi?

Kur'an'ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de , dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır.

Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, Peygamberin "vahiy katiplerine yazdırdığı" söylenen Kuran'ın aynı değil. Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor.

Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1.Buhari E's-Sahih (Arapça); Kitabu'l Fedail-ül- Kuran Menakıbu'l Ensar, Sahihi Buhari Mustesari. Tecridi Sarih Tercümesi, 2.Dr. S. Suphi E's-Salih (İslam dünyasında son yüzyılın ıleri gelen ve birçok eserleri olan araştırmacı) Mebahis fi Ulum-il Kuran, 3.Celalettin Suyuti (Kuran yorumcusu, Hadis uzmanı olarak İslam dünyasında en güvenilir din bilirlrinden birisi): El İtkan Fi Ulumi-l,Kuran, 4.Müslim E's-Sahih (Arapça), 5.Ebu Davud

Kaynak: 1) Turan Dursun, Din Bu, 1.cilt, Kaynak Yayınları, 10.baskı, sayfa 78-89.Kaynak yayınları 84.
2) Turan Dursun, Din Bu, 3.cilt, Kaynak Yayınları, 6.baskı, sayfa 187-189

Not: Konuyla ilgili İngilizce bazı Ingilizce siteler :

http://www.answering-islam.org/Green/seven.htm

http://www.answering-islam.org/Gilchrist/Jam/chap1.html

http://www.answering-islam.org/Quran/Text/

What is Quran?

http://www.guardian.co.uk/Archive/Article/0,4273,4048586,00.html


16.12.2000 akşamı Kanal 6 TV'de yayınlanan Ceviz Kabuğu programında konuklardan Edip Yüksel, iki ilahiyatçı ile tartıştı. Edip Yüksel, Reşat Halife olarak tanınan kişinin Kuran'daki Tevbe suresinin son iki ayetinin orijinal Kuran'a sonradan eklendiği tezini vurguladı. Ayrıca, programdaki tartışmacı ilahiyatçılardan birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlarından Mustafa Varlı, Kuran'a "elif harf"leri eklendiğini ifade etti. Bu iki açıklama da, Kuran'ın değişmiş olduğunun bir diğer ispatı oluyor, her ne kadar dinciler "Kuran'ın bir harfi bile değişmemiştir" deseler bile..


Kuran'dan çok daha eski eserler günümüze kadar gelmiş durumda ama Kuran yok..


Milattan 1500-2000 yıl önce, bir başka deyişle, Muhammed'den 1900-2400 yıl önce yaşamış olan eski Mısırlılar, yapmış oldukları piramitlerin duvarlarına ve papirüs adı verilen ve kağıt yerine kullanılan yapraklar üzerine kazıdıkları resim ve yazıları (hiyeroglif) ile kendi çağlarına bugün bile ışık tutuyorlar. Bunlardan üç örnek aşağıda görülüyor:

misiryazihiyeroglif.jpg

egyptmisirwriting1.jpg

egyptmisiresim1.jpg


Ve, Topkapı Müzesi'nde Kutsal Emanetler bölümünde Muhammed'e ait olduğu belirtilen mektuplar bulunuyor. Bu mektuplar Muhammed zamanından günümüze kadar muhafaza edilmiş ama Allah'tan-varsa eğer- geldiği iddia edilen Kur'an'ın ilk orijinal nüshası Dünya'nın hiçbir yerinde yok..

muhammedmektup.jpg

Ve.. Günümüzden 2000 yıl önce meşhur hamamda yıkanırken suyun kaldırma kuvvetini bularak "Evraka evraka..." diye yerinden fırlayan antik Yunan bilimadamı Arşimed in elyazması orijinal belgeleri gün ışığına çıkıyor. Bu Arşimet belgeleri 2000 yildan bu yana günümüze kadar muhafaza edilmiş ama Allah'tan-varsa eğer- geldiği iddia edilen 1400 yasindaki Kur'an'ın ilk orijinal nüshası Dünya'nın hiçbir yerinde yok.. Korunmamis.. Korunamamis.. Bugünkü Kuran'larla kiyaslananacak orijinal Kuran yok!...

arsimed.jpg

arsimed2.jpg

Evet, ne gariptir ki; Muhammed'in Allah'tan-varsa eğer- indiğini iddia ettiği Kuran'ın yazıya ilk dökülen kopyası yeryüzünde bulunmamaktadır. Muhammed'den asırlarca önce yaşamış olan eski Mısırlılar ve Sümerliler ve Yunanlilar, bilgilerini, düşüncelerini ve tarihlerini bugüne kadar getiren yazılarını taşlar, papirüsler üzerine yazmayı akıl etmişken, Allah'ın-varsa eğer- ve onun peygamberi olduğunu iddia eden Muhammed'in bunu düşünememiş olması size garip gelmiyor mu? Muhammed, Kuran'ın yazıya ilk dökülen halini bu şekilde yazarak ölümsüzleştirmeyi, kendisinden sonra gelen islami misyonerlerin ve halifelerin orijinal Kuran'i yok etmelerini engelleyecek bir sistemi niye düşünemedi? Eğer bu hatayı yapmamış olsa idi, bugünkü Kuran ile Muhammed'in Kuran'ı karşılaştırılarak kontrol edilebilirdi. Kuran'ın değişmesi de önlenebilirdi. Doğru sözdür; "Söz uçar, yazı kalır".

Tüm bu eksiklikler, Kuran'ın Allah'tan-varsa eğer- inmediğinin, insan sözü olduğunun, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının sözü olduğunun bir diğer göstergesidir.


Yemen'de bulunan farklı bir Kur'an: Sa'na Kuran'ı

Ingilizce sitelerden :

http://www.answering-islam.org/Green/seven.htm
http://www.answering-islam.org/Gilchrist/Jam/chap1.html
http://www.answering-islam.org/Quran/Text/
What is Quran?
http://www.guardian.co.uk/Archive/Article/0,4273,4048586,00.html
What is Koran?

Yorum Gönder

10 Yorumlar

  1. Gayet güzel bir makele yazmışsınız,teşekkürler. Keşke insanlarımız,artık cehennemde yanma korkusunu bırakıp,biraz çok değil biraz sorgulamaya, soru sormaya başlasalar, hayatlarını böylesine boş inançlar peşinde heba ettiklerini görecekler. İnanmamayı sırf kelimede olumsuzluk eki var diye olumsuz bir şey zannetmeseler,bunun bir boşluk değil,bir seçim-bir kurtuluş olduğunu görseler ve artık yerimizde saymak hatta geriye doğru gitmek yerine hep beraber gelişsek...Tabi ki böyle bir şey mümkün değil,çünkü bizler zor olanı yapıyoruz : Düşünüyoruz...

    YanıtlaSil
  2. adsız arkadaşım sana sormam gereken şey şu eğer ki Allah ya da başka bişey bizi yaratmadıysa ve bize bir amaç vermediyse bizim yaşamımızın hiç bir gereği kalmamakta.Her insan ne kadar sağlıklı yaşarsa yaşasın bir gün ölecektir.Madem ki öleceğiz o zaman ne kadar iyi yaşadığımızın ne önemi vardır? Onca çile çekmemizin,daha iyi yaşayalım diye yıllarca çalışmamızın ne önemi vardır? İnanıp inanmamak bir seçimdir.Fakat dünyanın insanların ve yaratılmış yegane kusursuz yaratığın amaçsız yere yaratıldığını düşünüyorsan.O zaman neden hala bu dünya için çalışıp didiniyorsun? Sana sormam gereken son soru on dört yaşında olmama rağmen bunları görebiliyorken sen neden hala farkedemedin?

    YanıtlaSil
  3. yukarıda yayınlamış olduğunuz yazının hepsini okudum. araştırmanızı takdir ediyorum. Gelin hep birlikte onun olmadığı evrende en akıllılarımızdan oluşan bilim adamları, nobel almış edebiyatçılar, romantizm ve realizmin doruk noktalarına ulaşmış beyinlerden bir topluluk kuralım ve inanmaya hazır insan guruhları için bir kitap yazalım. onları bu safsatalardan kurtarsınlar. bu akıllılar yeni ilahlarımız olsunlar. bizi bu yanlış yollardan çevirecek yeni ayetler getirsinler. yazın böyle bir kitabı..bütün dünyayı, krallıkları demokrasiyi sosyalizmi, şeri toplulukları hemen her şeyi etkilesin . hepimiz kurtuluşa erelim.

    Arkadaşlar...
    Kuranın tahrifata uğradığını kabul ediyorum. Ama onun bize ulaştırdığı, mesajlar yani kuranın özünde tahrifat yoktur. Yalan söylemeyeceksin, yetimin hakkını yemeyeceksin, zulüm yapmayacaksın, merhametli olacaksın vs.. gibi mesajlara katılmamak bir zulüm değil mi?
    Akıl objektif ve subjektif varlıkların beynimizde oluşturduğu yansımadır. Yani artı ile eksi, var ile yok, ışık ile karanlık gibi zıtlıkların beynimize gönderdiği elektromagnetik sinyallerin işlenmesinde açığa çıkan fikir, soru , vb. seylerdir. Beynin algılaması ne kadar iyi ise o kadar fikir açığa çıkar.. biz bunlara akıllılar diyoruz. tersi durumda da akılsızlar ortaya çıkıyor..pekala bu sinyallerin doğruluğunu ne denetliyor..herkesteki algılayıcının kalitesi ne?? imalat hatası olan algılayıcı yok mu? yada çalışırken devresi bozulan? Evet arkadaşlar... ilahi süzgeç burada devreye giriyor...insanı öldürmeyeceksin (iyi)=insanı öldür (kötü) seçim senin?? mavi hapmı yada kırmızımı ? Bizim irademiz bundan ibaret.. devreyi tasarlayan başkası.. iki yolu da kendi yaratmış.. Ben burada algılaması iyi olan akıllı arkadaşlara sesleniyorum.. lütfen tasarım yapmaya kalkmayın...yeni ilahlar bizi yorar.. ilahlık iddianızı daha sağlam temellere dayandırın...çünkü süzgeciniz çalışmıyor.. idraki sağlam süzgeçi iyi çalışan arkadaşlarda dini kullanarak menfaat amaçlayan kendini akıllı sanan ama aslında bir zavallı olan bu insanları her yerde tanırlar ve itibar etmezler...bizzat buna şahidim.. inancıma karıştırmam kimsenin inancına karışmam...benim inancım süzgecimdir...
    ve mutlu olduğum sürece O her kimse O'na şükürler olsun

    YanıtlaSil
  4. siz ateistler her zaman sual verirken kendinizi akilli saniyorsunuz,amma siz bu ayeti her zaman unutmayin "Əgər qulumuza nazil etdiyimizə şübhə edirsinizsə və doğru deyirsinizsə, onda ona bənzər bir surə gətirin və Allahdan savayı (bütün) şahidlərinizi (köməyə) çağırın!"----"وَإِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَىٰ عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ "كُنْتُمْ صَادِقِين

    YanıtlaSil
  5. lütfen peygamberin hanımlarından bahsederken biraz adab-ı muaşeret çerçevesinde hitab edin ve muhammedin karıları demeyin hanımları deyin... sen muhammedle yarışa mı girdin ki bu kadar muhamed ile uğraşıyorsun... yeni muhammed sen misin yoksa... muhammedin bu kitabı kendi tasarımı olduğunu savunuyorsun yani senin bu sitede olmanın sebebi muhammeddir muhammed olmadan sen bir hiçsin demek ki... sen de kuranın aynısından bi kitap yaz da biraz seninle de uğraşsınlar sen de büyü... bak sen muhamet ile uğraştıkça o müslümanların gözünde daha da ulaşılmaz oluyor... kendisi uydurdu kuranı diyorsun bari sen de öyle bir kitap yaz dedim bakalım başarılı olacakmısın... bu kadar aklına güveniyorsan...aklını bu kadar seviyorsun ama sana akıl vereni bilmiyorsun daha... tanrı varsa eğer diyorsun hala yazılarınızda eğer tanrı olmasaydı sen bu gün bu cümleleri sarfedemezdin var ki üzerinde düşünüp kafa yoruyorsun yok olsaydı bu kadar yazılıp çizilmezdi kitaplar siteler hazırlanmazdı var ki bu site hayat buluyor yok olan şey tartışlmaz var olan şey tartışılır sayın ateist kardeş bak ateiste olsan biz kardeş diyoruz neden çünkü mayamız bir herkes insandır gözümüzde ama allahın gözünde de inanan ve inanmayan var...

    YanıtlaSil
  6. müslümanlar içine düştükleri kaynak problemi sayesinde yüzlerce parçaya ayrılmış durumdadırlar. bu kaynak problemi dünyanın farklı yerlerindeki müslümanların bir araya gelmesine ve en önemlisi birlikte hareket etmesine engel olmaktadır. en basiti filistin meselesin de bile "bir avuç" olarak gördükleri yahudi karşısında bile acziyet içerisindedirler.

    yazının devamı için:

    http://septikamiral.blogspot.com/2012/12/muslumanlarin-kaynak-problemi.html

    YanıtlaSil
  7. "İnsanlar dinsel hayvanlardır. Dinin sağladığı olumlama ve umut olmadan yaşamı baştan sona yaşabilmek psikolojik olarak çok zordur" Umberto Eco.

    Bir gün, özellikle iniş sırasına göre Kur'an-ı okuyup akıl süzgecinden geçirenler, tüm mantıksızlıkları göz önüne serecek. Bizim ömrümüz yetecek mi bilmem. Ama bu belki önümüzdeki 30 yıl içinde belki 50 yıl içinde olacak. Eğer "son din son peygamber son kitap" sözünü "cehennem korkusu" ile örmese idi, eğer dini rant aracı olarak kullanıp, bunu meşrulaştırıp (kendisi pasifte kalıp zenginlerin yoksullara varlığını akıtmasını sağlayarak çözmüştür rant meselesini ki onun ilgilendi tek rant "kadın" olarak görülüyor, alacağını almış gerisini ümmetine bırakmış) nesillere de aktarmasaydı, zaten çoktan maskesi düşecekti. Ancak korku temelli din ne kadar yaşarsa o kadar yaşayacak... Bir kere en büyük akıllığı kadınları tamamen pasifize etmek, aşağılamak ve sindirmek. Çünkü aile mevhumu, çocukların yetişmesi hep kadının elinde. Kadının gözü açılırsa, kadın özgür olursa, güçlü olursa, zengin olursa problem. Bu problemi bizzat kendisi yaşamış. Hiçbir şey sahibi değilken, kendi halinde basit bir çobanken, dönemin en varlıklı, kervan sahibi, ticaretle uğraşan Hatice'ye yanaşmış, dikkatini çekmiş, güvenini kazanmış, sonra da evlenmiş. Ancak Hatice ölene kadar ne çok eşliliği var ne de başka ilişkisi. Sadık bir koca, adeta Hatice'nin gölgesinde bir kul! Çünkü eğer Hatice hayatta iken hata yaparsa, elindeki her şeyi yitirir. Gücü, çevreyi, parayı vs. Neyse ki peygamberlik de Hatice hayattayken geliyor, hatta Muhammed'i peygamber olduğuna ikna eden de Hatice'nin kendisi... Hatta bu özelliği ile hadi ilk inanan diyelim. Sonra ne oluyor... Muhammed 360 derece dönüyor. Hatice ölüyor ve hayda... Uçkur odaklı, çok eşli, kadınları baskılayan ve toplumsal hayattan dışlayan, ezen, bütün tahakkümleri ayet adı altında erkek zihinlere işleyen bir Peygamber oluyor. Buna da Tanrısını alet ediyor. Yazık! Artık Hatice'nin gücü altında ne kadar ezildi ise tüm acısını çıkarıyor, hala da çıkarmaya devam ediyor, miras bıraktığı nesilleri sayesinde! Bir kadın olarak bu kadar aşağılandığınız, sadece cinsel obje olarak görüldüğünüz bir dinden ne hayır bekler siniz? Öyle bir Tanrı ki cennette hurilerden geçilmiyor, peki ya kadın kulları ne yapacak? E zaten Muhammed'e göre kadının kendisi şeytan, kadının kendisi zaten cehennemlik... Ha bu arada "anaların ayağında cennet" de niye kendi anasına bir ayet indirtmemiş? (ayşe'nin adı çıkmış da namussuzluk yapmadığına dair özel ayet inmiş de!!!) niye anası için inmemiş? niye allah öz anasını yahudi olmasına rağmen, öz anası diye "elçim senin anan öldüğünde sen daha çocuktun, islamiyet yoktu, o yüzden o da sizdendir" dememiş, diyememiş. Niye Muhammed'in Tanrı'sının aklına Ayşe'yi aklamak gelmiş de öz annesini bağışlatmak gelmemiş? Cennet anaların ayağı altında öyle mi! Hadi ordan...

    YanıtlaSil
  8. Suudi Arabistan In resmi mushaf olarak yayınladığı 2 farklı kuran vardır, HAFS ve WARF nüshaları...

    YanıtlaSil
  9. 14 yaşındaki küçük embesilin yorumuna, mantık silsilesine öldüm bittim, ben imana geliyorum, tutmayın beni!!!

    YanıtlaSil
  10. Cehennem olmasa b*k inanirdiniz.. maden tanri herseyi biliyo niye ayrim yapiyo 16 yasindayim ve islami destekledigim gunlerime lanet olsun.!

    YanıtlaSil

Küfürlü, aşağılayıcı, hakaret içeren, içinde fikir barındırmayan ve yazı içeriğiyle ilgili olmayan yorumlar yayınlanmayacaktır.

Emoji
(y)
:)
:(
hihi
:-)
:D
=D
:-d
;(
;-(
@-)
:P
:o
:>)
(o)
:p
(p)
:-s
(m)
8-)
:-t
:-b
b-(
:-#
=p~
x-)
(k)